İçeriğe geç

Yazar: Oğuz Atalay

Okey Masası

Uzun soluklu ama kısa metraj bir filmin yan karakteri olmayı ben seçmedim. Seçim hakkım olsa, dördüncüsü aranan okey masasında yancı olmayı tercih ederdim. Selami’nin yerden taş alması ile zengin oğlanın fakir kıza bakış atması aynı anda gerçekleşmeliydi. Fakir kıza tutkun fabrika işçisinin gözlerinin önünde cereyan eden olayın şahidi ile Hikmet’in okeye döndüğünün şahidi de ben olmalıydım. Hatta tanık koruma programı kapsamına alınıp, Necati’nin ıstakasının başımda açmış olduğu yarıktan da kurtulabilirdim. ‘Hikmet Abi bence okeye dönme’ dememeliydim. En azından Selami duymamalıydı. Duymasa bitmezdi belki, Necati de kudurmazdı bu denli.

Dâhice Bir Şey Geldi Aklıma, Unuttum!

Dâhice olduğunu düşündüğüm bir şey gelmişti aklıma, unuttum. Yüzlerce ayaktan oluşan muazzam manzarayı izlerken, neredeyse en küçük kâğıt para miktarınca itelenen imamın abdest suyundan bozma çaya, tat versin diye attığım şekeri karıştırırken bombok hayatım geldi aklıma, unuttum.

Mistırlar, Madamlar, Matmazeller, Leydiler ve tabii ki Sörler… Sizleri unutmadım.

Yarım Kalmış Cümlelerin Öznesi: Hüzünle Sarmalanmış Kış

Kış henüz gelmediği halde kışa dair cümlelerim var ama nedense hep yarım kaldılar. Belki de yarım bırakıldılar. Beyazın saflığına bürünmese de toprak, düşlerimde kâinat artık başka bir haldeydi. Çünkü siyahtan beyaza doğru seyreyleyen âlemin tebdil-i kıyafetinde siyah kadar beyaz da o denli ahenkliydi.

Siyahla örülü gecenin güzelliğine rağmen, siyahın temsili nedense hep ‘kötü’, ufacık bir lekede kirleniveren beyaz ise nedense hep ‘güzel’ idi. Beyazdan daha güzel duran siyaha inat, birçok adam koro halinde beyazın safını tutuyordu. Bilmedikleri bir gerçek vardı. Sahi, artık körlük siyahtan beyaza doğru akıyordu.

Henüz tükenmedi bütün kelimelerim. Her yarım cümleye, rastgele serpiştirdim her birisinden. Cümlelerimin tamam olmamasının müsebbibi onlar değil. Ne söylediğini bilen ama ne söyleyeceğini bilemeyenlerin -aslında tecahül-i arif edenlerin- halet-i ruhiyesinden ötürü natamamdılar. Yarımlıkları anlamlarının eksikliğinden değil, şekil kavgasına düşmüş adamların duydukları kaygıyı taşıyamamaktan ileri geliyordu, böylece şekillere inat bütün manalarını yarım olmalarına borçluydular.

Notların Arasından

(Edebiyatın eteğinden tutmuş herkes gibi şiir karalarım ben de… Her hangi birisini yayınladığım an bir ihanet duygusu kaplar içimi; Dilaverlere, Turgutlara, Ediplere, Atsızlara, Nazımlara, Ahmedlere ihanet… Koy gitsin dedim bu sefer, Ankara’yı çok özledim çünkü, bütün kirlerine rağmen… Af ile…)

Sıradan Bir Hikâye

En çok Barbaros Bulvarı’nı severim ben. İddiasızdır çünkü, sonu denizdir ya; belki de ondan. Bilmiyorum. Genelde sonu belli olan şeyler sevilmez, ben Barbaros Bulvarı’nı en çok sonunu bildiğim için severim. Erkek semtinin en narin kesimi da o sonudur işte. Arkanıza otobüs duraklarını aldınız mı, kalabalık sırt çevirmiştir artık size. Farzedin ki; tutuyor birisi ellerinizden, o vapur sizin için bekliyor demektir. Ve o vapur hep ikinizi bekler zaten, boşaltır gelir kalabalığını yine bekler. Bekletmeyeyim dediğiniz an yalnızlık çarpar suratınıza çünkü tek kişilik bilet gerektir vuslata, ellerinizin boş olduğunu anladığınız an kalkar sizi bekleyen vapur. Yıkılan hayâllerinizden çok elinizin soğukluğunu hissedersiniz. İşte öyle bir şey…

Eften Püften Meseleler-II

Şu an kendimi bir makine gibi hissetmiyorum. His kısmını çoktan geçtim, artık bir makineyim. Şair diyor ya; makineleşmek istiyorum diye, ben tekrar insan olmak istiyorum. Yine ne bok anlatıyor diyorsanız eğer, naçizane saçmalama ihtiyacım var, yalnız değilim ama kendimi yalnız hissediyorum, bütün derdim bu. Sahip olduğum hisler ile birlikte hâlimi, bir müddet içerisinde, paylaşmazsam patlarım. Ki müddeti uzatmamam lazım, uyumak gibi bir mecburiyetim var, yoksa yarın zaten çekilmesi mümkün olmayan mesai denilen zıkkım sonum olabilir.

Hâlbuki uyku bir zevktir benim için, bilenler bilir. Vaktini ve müddetini ben tayin ederdim insan olduğum zamanlar. Buğra’ya bir selam çakalım henüz yayına sokmadığı 40 nolu yazısına istinaden, gönlümüz şenlensin. Bu vakitten itibaren 18 no ile yayınlaması da icap eder aslında. Alperen’in sıradan adamına da bir nebze vücud verelim, hâlimiz netleşsin. O iki yazıyı da henüz okumadı iseniz bu yazıyı burada bırakıp önce onları okuyun, sonra buyrun misafir edeyim sizi.