İçeriğe geç

Ay: Aralık 2012

Biraz Sessizlik/ LE TRİO JOUBRAN

Filistinli üç kardeş Samir, Wissam ve Adnan Joubran. Müziğin dilinin olmadığını, aslında bir dilinin olduğunu fakat unutulduğunu anlatan bir grup. Filistin’deki savaş, kan, gözyaşı ilhamları olabilir mi bilmiyorum, bu onları ve kullandıkları dili sınırlamaktan öteye gitmeyecektir. Tınıları ağlamaklı gözlerle acıyan dizini tutmuş küçük cocuğun hüznünü, salıncakta örgülü saçlarını gökyüzüne savuran kız cocuğunun tasasız gülümseyişini anımsatıyor bana. Kelimenin sınırlandırdığı anlamları, sınırsızlığa taşıyorlar. [pro-player width=’530′ height=’253′ type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=Uz9Cq-7iLrE&NR=1[/pro-player]   Joubran kardeşlerin asıl ilham kaynağı ‘sessizlik’. Wissam, “Dışarıdan o kadar ses geliyor ki; telefon, insanlar, asansördeki müzik… Bu, müziğin diktatörlüğü! Bu diktatörlükten sessizliğe kaçıyoruz. Sessizlik en iyi müziktir.” derken Samir de onu destekliyor: “Sessizliğin içinde bir sürü ses var, onu duymak gerek.” [pro-player width=’530′ height=’253′ type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=EgDucfjDO4c[/pro-player]     [pro-player width=’530′ height=’253′ type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=DbJL7ZSVQ4E[/pro-player]

Okey Masası

Uzun soluklu ama kısa metraj bir filmin yan karakteri olmayı ben seçmedim. Seçim hakkım olsa, dördüncüsü aranan okey masasında yancı olmayı tercih ederdim. Selami’nin yerden taş alması ile zengin oğlanın fakir kıza bakış atması aynı anda gerçekleşmeliydi. Fakir kıza tutkun fabrika işçisinin gözlerinin önünde cereyan eden olayın şahidi ile Hikmet’in okeye döndüğünün şahidi de ben olmalıydım. Hatta tanık koruma programı kapsamına alınıp, Necati’nin ıstakasının başımda açmış olduğu yarıktan da kurtulabilirdim. ‘Hikmet Abi bence okeye dönme’ dememeliydim. En azından Selami duymamalıydı. Duymasa bitmezdi belki, Necati de kudurmazdı bu denli.

Psişik Mevzular 27, ” Unutulur Bu Şiir “

UNUTULUR BU ŞİİR Yapmaya çalıştığım: Unutmak Ama niçin unutmak Peki, mümkün mü unutmak? Hatırlamak için mi unutmak? O halde unutmak zor, hatırlamak kötü ! Bi’kadın, bi’ses ve bi’el Ananı eşek kovalasın Graham Bell ! Bi’kadın ki tabloyu tamamlar duruşu Bi’kadın ki bu, ancak ben soyarım hasretlerinden Ve bi’kadın nasıl da uyuşturur beynimi, kalbimi ve ellerimi O vakit bi’şiir olabilirim Yahut bi’şair yazabilirim Gümüş yüzüklerin siyahî işlemeli kıvrımlarında Avuçların terine yatak olurum belki, tutulan kaleme desteğim muhakkak Anlar vardır uzar ve kapsar geceyi kapsar günü Ve bi’kadın; ah o kadın dikenlerle sarılır yüreğime Bi’kadın, bi’ses ve bi’el alır ayaklarının altına Hasletlerin en yücesini ve bi’kadını unutmak zordur yaşarken… Açık yaraya dökülen tentürdiyot gibidir, yangının kana çalması, Arşınlanan beton yığını sokakların 3…

ZENCİ MİYİM BEN ?

Something The Lord Made yani Tanrı’yı Oynayanlar 2004 yapımı bir ABD filmi. Filmde Dr. Alfred Blalock ( Alan Rickman ) ve asistanı Vivien Thomas ( Mos Def ) arasında geçen bir ilişki anlatılıyor. Esas oğlan Vivien zenci, yetenekli ve hırslı bir doktor adayı. Marangozluk yaparak biriktirdiği para bankayla birlikte batınca esas oğlan Alfred Blalock’un yanında işe başlar. Beraber deneyler yapıp, kan kaybına bağlı şokta (yani kan kaybından ölmekte olan hastaya- eee mesleki birikimimiz var) SF vererek (su gibi bişi) insanların hayatını kurtarırlar. Zenci ile beyazın mükemmel uyumu, nescafe gibi bişi işte, biri diğeri olmadan olmaz. Daha sonra fallot tetrolojisi adı verilen bir kalp hastalığını tedavi ederler, dünyanın ilk kalp ameliyatını yapan ekiptir. Dr. Alfred adlı beyaz bey, ameliyatın bütün başarısını…

Tılsım – (Dolun)Ay; Geçmişe Düşen Yakamoz

(Dolun)Ay… Geçmişe Düşen Yakamoz “Keşke dönmesem, keşke tanıdık gelmese ardımda bıraktığım yollar. Ve ben kendimi yine aynı yollarda yürürken bulmasam. Söylenilenler bugün gibi aklımdayken; bugün, söylenilenlerden çok farklı… Anılarla, geçmişten geriye kalan izler çok farklı… Bir süre sonra neden geçmişteki gibi olamıyoruz diye sorgulamayı bırakıp, geçmişin bir daha asla geri gelemeyeceğini öğrendim… Yitip gidenlere, geri dönüşü olmayan geçmişime, dünümde ölen geleceğime…” Ne kırılan bir bardağın parçalarını yapıştırınca o bardak eskisi gibi olurdu; ne de yaprakları sonbaharda dökülen ağaç, ilkbaharda yeniden yaprak açtığında eskisi gibi olurdu… “Eski” geçmişin gizine esaretti. O, geçmişin “giz”ine hasret… Geçmişe duyulan özleme çok kızsa da bizzat kendisinin özlemler içinde kıvranmasına engel olamamıştı… O çok kızdığı özlem; yüreğinde bir ateş olmuş yanmıştı… O da; unutkanlık tohumlarını saçmıştı…