İçeriğe geç

Ay: Temmuz 2012

” Düş’ünce “

Hasretle kıvranan umutlar artık kanatlanıp uçmak istiyorlar sözcüklere… Ama daha kanatlanamadan, koparılıyor kanatları, umutsuzluk zincir vuruyor sözcüklere ve kabulleniş esir alıyor umutları… Sessiz bir isyanın fırtınası esiyor… Martı seslerine gizleniyor haykırışlar ve yalvarışlar… Yaprak hışırtıları kara haberi fısıldıyor… Kayıtsızca atılan adımlarla yitiriliyor güneşe dair ne varsa… Ufukta beliren çaresizlik… Ufuktan hiç kaybolmayan çaresizlik! Kapana kıstırılan umutlar… Sözcükler… Gözyaşları… Boyun eğdirilmeye çalışılan düşünceler… Yozlaştırılan duygular… Mekanikleşen hayat! Hey, İnsanlık! Neredesin?.. Sonunu bilmediğim bir masal anlatsam sana…

Psişik Mevzular 17, ” Evet Evet, Ramazan Bir Parça Mizahtır! “

Aşağıdaki yazı, iftar sonrası yakılan ilk sigaranın verdiği uyuşukluk veya art niyetli hayal dünyamın yardımıyla kaleme alınmış olabilir, emin değilim. Lakin Ramazan’ın bi’parça mizah barındırması gerektiğine inananlardanım. Evet evet, Ramazan bi’parça mizahtır.

Misal 1: Bi’gaste haberi…

Ramazan ayının gelmesiyle beraber çarşı ve pazarlarda yaşanması beklenen yoğunluğun mecra değiştirerek özel-devlet ayrımı yapılmadan hastanelerde yaşanması, devletin üst düzey yetkililerinin çok geçmeden dikkatini çekti. Alışılmış çizginin dışına çıkan bu olayın sebebini araştırmak üzere Sağlık Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı el ele verdi ve “neleroluyororadabibakalımbakalım” isimli özel yetkili heyeti kurdular. Tebdili kıyafet, doktor kapılarında biriken kalabalığın arasına karıştılar. Handiyse bütün hastanelerde manzara aynıydı ve bi’o kadar da şaşırtıcıydı. Bi’ay boyunca günde üç defa tok karnına ilaç alması gerektiği konusunda doktoru ikna edemeyen doktorzedelerin odadan çıkarken “valla çok hastayım doktur bey n’olur doktur bey bi’ilaç”  gibilerinden iç burkan serzenişleri heyeti eşekten düşmüş karpuza çevirdi. (Oruçtan yırtmak için başvurulan bu yöntem sorgulanmaz ve yargılanmazdı. Gerçekten en dahiyanesi buydu) İstediğini alanlar mutlu mesut; alamayanlar kırgın ve kızgındı. İlacı koparanlar aheste aheste evlerinin yolunu tutarken koparamayanlar ise hiç de öyle kaderlerine boyun eğeceğe benzemiyorlardı. Kişisel teşebbüslerini toplulaştırıp kitleselleştirdiler ve hastanelerin önünde sahura kadar oturma eylemi yapacaklarını bildirdiler. Ahali eylem boyunca en güzel yorumu Hakan TAŞIYAN’ a ait “ dermanı yaramda arama doktor” isimli şarkının -boşuna benimle uğraşma doktor- kısmını kendilerine göre “nolurdu bi’aspirin vereydin nolurdu”  şeklinde değiştirerek hep bi’ağızdan söylediler. Doktorlar ise eylemcilere tek tek cevap vermek yerine herkesin görebileceği büyüklükteki bir pankarta “ Olsa dükkân sizin ama Hipokrata verilmiş sözümüz var! ” yazarak gerekçelerini üzülerek yazılı dile getirdiler. Bütün bunlar yaşanırken heyet hala olayın şokunu yaşıyordu bi’kenarda.

Kozasından Çıkan Kelebek(ler)

Kelimelerle kalemimin arasının nasıl açıldığını bilemediğim gibi şu an kağıda dökülen kelimelerin sebebini de bilemiyorum. Sadece yeniden yazmayı denemek, suskun kelimelere yeniden ses verebilmek adına tereddüt içerisinde bir gayret… Ruhun derinliklerinde kanat çırpan kelimeler; kozasından yeni çıkan kelebek misali biraz ürkek, biraz şaşkın, tedirgin…

Bir zamanlar anlatmaya, konuşmaya alışkın kelimelerin suskunluğunda; aslında sessizlikten ve konuşmaktan çok daha fazlası var… Amma velakin, suskunlukta demlenen kelimeler kaleme kanat çırptığında; kelimelerin anlatacakları da konuşmaktan da öte olsa gerek… Tabi eğer suskun kalmaya alışmamışsanız…

Topumuzu Çaldılar

Futbolu severdim aslında, bakmayın soranlara her sene farklı bir takımı tuttuğumu söylediğime; elbette bunun döneklik olduğunu bilecek kadar sokaklarda top koşturmuşluğumuz vardır. Şikeden felan bahsetmiyorum, çok da önemli değil şikenin ayyuka çıkması. Topumuzu çaldıklarından beridir küskünüm futbola. Tanışmamı hatırlamasam da yeni yürümeye başladığımda olmalı. İlk adımımda önüme yuvarlak bir cisim koyup (genelde turuncu olan plastik toptan tutunda, buruşturulmuş kağıda, birbirinin içine geçirilmiş çoraba kadar milletimin irfanındaki yaratıcılık kabiliyeti kadar geniştir bu yuvarlak cismin menşei) hadi oğlum gol yap nidalarıyla amatör futbol hayatına girmişimdir. Çocukluğumun ve gençliğim yegane uğraş alanına aşağı yukarı bu ritüeller eşliğinde girmiştir tüm yaşdaşlarım. İlk futbol maçına babamın omuzlarında gittim. Siyah beyaz atkıyı (Aksaray sporun renkleridir kendileri) büyük bir gururla sarmıştı babam boynuma; erkek evlat sahibi olmanın…

Küfür Meselesi-IV

Güzel memleketimde en çok rastlanan, kirpi saçlı çocuklardan biriydim ben de. Anadolu’da çocukların ekserisinin giyindiği gibi ben de büyük çocukların küçülenlerini giyerek büyüdüm. Eskisini değil, dikkatinizi çekerim, küçülenlerini! İsrafa zerre tenezzül etmeyen insanlardan müteşekkildi ana ve babalarımız ve herkes de rencide etmeden birbirine yardım etmeyi bilecek zamanlarda yaşıyordu. Çocuklar hiç büyümediğinden mi küçülürdü kıyafetler yoksa kıyafetler küçüldüğünden mi hiç eskimeden 3-5 çocuk aynı kıyafetle büyürdü, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, sanki bütün ülke birbirine yardım etmeden yaşayamaz gibiydi ve herkes birbirinden daha fakir olduğu kadar birbirinden de daha zengindi. Gönüller zengindi ne de olsa ve annemin Ramazan paketlerine ismi o zaman da yazılı değildi. Belediyelerin iftariyeliklere damgalar vurmaması henüz alfabenin olmadığı zamanlar olduğundan dolayı idi bence. Geçmişe o kadar da kötümser, bugüne ise iyimser bakmak istiyorum çünkü ben o zamanlar küfür etmiyordum.

Psişik Mevzular 16, ” Zırvalamak İhtiyaçtır “

  Şimdi, gecenin bu saatinde, tam olarak şu anda yani. İnsan ihtiyaçlarını ve bununla ilintili olarak vakit öldürme eylemlerini konu alan sayfalar dolusu saçmalığı bi’çırpıda geçirebilirim kağıda. Hatta sevmek denen “şeyle” bile bağlayabilirim konuyu, abartmıyorum bağlarım. Fizyolojik, biyolojik, psikolojik ihtiyaçlarımız var ve sonsuz ve çoğu soysuz maalesef gibilerinden üst tellerden tam bir otorite edasıyla giriş yapabilirim mesela konuya. Fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçlarımızı tedarik etmezsek ölürüz veya ona benzer şeyler gelebilir başımıza diyerek bu faslı çok yüzeysel geçebilir; çoğunlukla psikolojik ihtiyaçlar üzerine eğileceğimi beyan eder, sonra insan çok tuhaf yaratık, şöyle ki; ihtiyaca bile zaman zaman ihtiyaç duyabilen tuhaf cins bi’varlıktır diyerek insanın tuhaflığını onulmaz başka bi’tuhaflıkla ispat etmeye kalkışabilirim. Fırsattan istifade eder “ İnsan; acizdir, muhtaçtır fazla artistlik yapmamalıdır…” aforizmasıyla…

Psişik Mevzular 15, ” Burada Böyle Bi’Tehlike Var! “

Dışarıda gibi duran içeriden üçüncü bi’göz: Şiirapis “Bak oğlum, sınırların mütemadiyen bir acıbadem tarafından kesinlendiği noktada bi’kadının elleriyle konuşmak ezberlenmiş çekingenliktir… Ve şimdi, sür-realizmin üstüne bisikletini ki bu gidiş pek hayra değil…” “Oysa, uzun zamandır nasıl da alışmıştı hayatı geniş zaman kipinde geniş geniş çekimlemeye. Üstelik yapması veya yetiştirmesi gereken ciddi bi’iş de canını sıkmıyordu epeydir. Kısaca her şey tıkırındaydı ve dişi dalağına denk vaziyette geniş çaplı huzur dönemlerinden birinde aheste aheste yolculuk ediyordu sanki. Huzur, makul tekrarlar bütünüydü ve tekrarın her türlüsü onu oldum olası sıkardı. Neyse ki tam ikibinoniki yıl tekrar etmiş gibi gelen sessizlikleri huzursuzluğa bulayan ürkütücü tıkırtılar duyulurdu, bilirdi bunu ve bu beklentiden çok rutin döngünün gereğiydi… Olsundu artık, yapacak hiçbi’şey yoktu zira…” Evet, burada böyle…