İçeriğe geç

” Düş’ünce “

Hasretle kıvranan umutlar artık kanatlanıp uçmak istiyorlar sözcüklere… Ama daha kanatlanamadan, koparılıyor kanatları, umutsuzluk zincir vuruyor sözcüklere ve kabulleniş esir alıyor umutları… Sessiz bir isyanın fırtınası esiyor… Martı seslerine gizleniyor haykırışlar ve yalvarışlar… Yaprak hışırtıları kara haberi fısıldıyor… Kayıtsızca atılan adımlarla yitiriliyor güneşe dair ne varsa… Ufukta beliren çaresizlik… Ufuktan hiç kaybolmayan çaresizlik! Kapana kıstırılan umutlar… Sözcükler… Gözyaşları… Boyun eğdirilmeye çalışılan düşünceler… Yozlaştırılan duygular… Mekanikleşen hayat! Hey, İnsanlık! Neredesin?.. Sonunu bilmediğim bir masal anlatsam sana…

“ Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, ahali yalanlarla bezeli beşiğinde tıngır mıngır sallanır iken… Bir varmış bir yokmuş… Yarınlar, bugünlerde ve dünlerde bir bir yitirilir iken… Alınan her darbeyle, kan yerine düşünceler oluk oluk akarken beynin kıvrımlarından… Ve hisler oluk oluk akarken yürekten… Adımlar ağır aksak… Umutlar titrek. Karanlık keskin! Her darbede daha da keskin. Sapla saman karışır olmuş… İyiyle kötü, bilenle bilmeyen, mazlumla zalim, masumla suçlu, haklıyla haksız! Kuşlar bir türlü bitmek bilmeyen kabusları anlatır olmuş çocuklara, onları uykularından uyandırırken… Uykuyla uyanıklık halinin ayrımına varılamaz olmuş bir süre sonra… Bir karanlık sistir peyda olmuş; güneş görülemez olmuş, yıldızları olmamış gecelerin, ve ne güneş ne de ay ışığı karanlığın sis perdelerini aralayamamış … O sis ki aydınlığın bağrına en derinden saplamış hançerini… Her yeni gün umutlar biraz daha çaresizliğe esir olmuş… Karanlık aydınlığı örter olmuş… En acısı da aydınlık unutulur olmuş… Ve umuda dair, düşünmeye ve hissetmeye dair ne varsa… Unutulur olmuş! Yitip gitmişler bir bir… Geriye çaresizlik kalmış bir… Her yeni gün kaybolan umutlarla daha da belirginleşen, yarınları kara pençesine alan: “Çaresizlik…”. Günler günleri kovalamış…”

Gün geçmiyor ama günler, aylar, yıllar geçiyor… Ve gün geçmezken ama zaman akarken; her geçen gün biraz daha silikleşen insanlığın siluetinin ardından geriye insan gölgeleri kalıyor… Doğacak yeni güne bağlanan umutlar bir bir koparken “gerçek”ten, insanlığı yaşatabilmek, gölgelerle mücadele edebilmek bir hayale bırakıyor yerini… Gölgelerle düşlerin mücadelesine, galibi belli olmayan yarınların kaygıları baskın yapıyor. Çaresizlik hissi saplanıyor yüreğe derinden, ve yarınlar… Yarınlar işte böylece; belki beklemekle, belki umut etmekle ya da edememekle kayıp gidiyor düşlerin elleri arasından… Bu hayatın suları düşlerin gemilerini yüzdürebilmek için çok sığ. Gözyaşları sel olsa da, isyanlar haykırış olsa da, dünya hala kurak ve sağır. Öylesine kurak ki kuraklığı dindiremiyor düşlerin seli… Umut çiçekleri kuruyor… Rüzgar yedi iklim gezse de her yer kurak. Hep kurak. Gölgeler her yerde. Her yer onların istilasında…

Geçmiyor gün ama geçiyor günler, aylar, yıllar… Çaresizlik kıskacına alınmaya çalışılan düşler, yılgınlığın, yorgunluğun pençesine ha düştü ha düşecek… Yine de her şeye rağmen; tüm bu kuraklığa, sağırlığa ve gölgelere rağmen; hiçbirinin öldüremeyeceği bir şey var. Öldürülse de düşler, düşler kan seli olsa da; ölmeyen bir şey var! “Düş”ler bir bir yılgınlığın, yorgunluğun pençesine “düşünce” ve ölünce; ölmeyen bir şey var o da “DÜŞÜNCE”! Dur durak bilmeyecek, engellenemeyecek, kanıksamanın uşağı olmayacak, karanlığa meydan okuyabilecek, sel olup akıp giden düşlerin yerine yenilerini doğuracak, gölgelerin ulaşamayacağı, erişemeyeceği bir şey var. Yürek yorulsa da, matem tutsa da, hüzne boğulsa da akıp giden düş seliyle; düşünceler ölmez…

Bütün bu olup bitenden habersiz, seni bekleyen günlerden habersiz çocuk… Bizim kaybolan ümidimiz sende… Bizim umutsuzluğa zincirlenen sözcüklerimizin anahtarı sende… Bizim kabullenişlerimizi alt üst edecek efsanevi güç sende… Kaf dağının ardından çık gel artık çocuk… Çık gel… Adaletin şaşan terazisine kurban edilenleri kurtaralım çocuk… Gözümüzden akan kanlı yaşları kurutalım… Bir türlü kapanmayan yaralarımızı dağlayalım çocuk… Gel çocuk gel… Gel de gaflet uykusuna dalanları uyandıralım senin geleceğine gölge edemesinler… Yoksa o kara günlerin çaresizliği ufkumuzdan hiç silinmeyecek. Varsın gelsin gamlı baykuş olalım. Varsın gelsin kötü haber veren olalım. Onlar hala bizi duyamıyor çocuk. Duysalar anla(ya)mıyorlar… Anlamak istemiyorlar! İşte biz burada tükeniyoruz çocuk… Tüketiliyoruz… Onlar insanlığın katili olarak senin de katilin oluyorlar… Bin kere ölsen de, milyon kez diril çocuk! Yine, yeniden, ısrarla ve inatla! Kalabalıklar içindeki yalnızlığına alış, sev onu. Dört nala koşsun atın güneşli günlerin umuduyla! “Güneş ne zaman doğacak” diyen gözü yaşlıların üzerine doğsun güneş!.. “İnsanlık Ölmedi” diye haykıralım var gücümüzle!