İçeriğe geç

Kozasından Çıkan Kelebek(ler)

Kelimelerle kalemimin arasının nasıl açıldığını bilemediğim gibi şu an kağıda dökülen kelimelerin sebebini de bilemiyorum. Sadece yeniden yazmayı denemek, suskun kelimelere yeniden ses verebilmek adına tereddüt içerisinde bir gayret… Ruhun derinliklerinde kanat çırpan kelimeler; kozasından yeni çıkan kelebek misali biraz ürkek, biraz şaşkın, tedirgin…

Bir zamanlar anlatmaya, konuşmaya alışkın kelimelerin suskunluğunda; aslında sessizlikten ve konuşmaktan çok daha fazlası var… Amma velakin, suskunlukta demlenen kelimeler kaleme kanat çırptığında; kelimelerin anlatacakları da konuşmaktan da öte olsa gerek… Tabi eğer suskun kalmaya alışmamışsanız…

Alışmak…Hayat yolunda kaçınılmaz olan ve insanoğlunun (farkında olmadan) en çok başvurduğu savunma yöntemi… Alışmak, aslında hayatın biz istesek de istemesek de bize dayattığı ve bizim karşı koyamadığımız bir uyum süreci… İşte bu noktada alışmak kimi zaman panzehir olabileceği gibi kimi zaman da zehir olabiliyor… Uyum süreciyle birlikte olumsuzluklar olumlu bir duruma evrilebilir lakin mevcutta “olumlu” olarak değerlendirilen bir durum, olumlu olmaktan ziyade normalleştirilerek olumlanmış bir durum da olabilir. Uyum süreci aslında başlı başına kabullenmek değildir yani; zihinlerde oluşan kanının aksine. Uyum süreci; kabullenme evresini izleyen iki farklı evreyle tamamlanır. Bu evreler de kişinin tercihiyle belirlenir. Eğer tercih edilen teslim olmak ise; sürecin başlamasıyla kabullenme evresini izleyen teslimiyet girdabında; kişinin kendi düşünceleri ve duygularının bir bir yitip gitmesi neticesinde oluşan boşluklar, önceden inşa edilmiş ve kabul görmüş olan düşünce(sizlik)ler ve duygu(suzluk)lar tarafından istila edilerek normalleştirilenlerle doldurulur. Ve bunun adı da “alışmak” olur… Yaygın kanaat bu yöndedir. Ancak alışmak, normalleştirilerek geliştirilen bir tepkisizleştirilme süreci olabileceği gibi; şuurlu olarak tercih edilen bir tepkisizleşme süreci de olabilir… Ve şayet şuurlu tepkisizleşme sürecinin ardından yeterli gücü bulmuşsanız ruhunuzun derinliklerinde; süreç bir mücadele biçimini de alabilir. Şöyle ki: tepkisizleşme, eylemsizliği çağrıştırsa da, eğer bilinçli bir tepkisizleşme söz konusu ise; tepkisizleşmenin altında daha doğrusu derininde yatan bir tepki söz konusudur ki; o tepki aslında uyum sürecinin sonunda ortaya çıkacak olan mücadeleyi, devinimi sağlayacak kuvvetin kaynağını barındırır içinde. İşin mihenk taşı kısmına geldik: yani alışmak; kabullenme sürecinin ardından ortaya çıkan teslimiyet girdabına duygu ve düşüncelerin kapılıp gitmesiyle şuursuzlaşmakla noktalanabileceği gibi; teslimiyet girdabından başarıyla çıkan duygu ve düşüncelerin ışığında bilenen bilinçle; alışılan durum karşısında kendi duygu ve düşüncelerimizden harmanlanan bir tepki geliştirme süreciyle de sonlanabilir. İşte o zaman alışmak bir devinim haline gelir ve siz kabullenme evresini mücadele ile tamamlarsınız. Yani alışmak her zaman kabullenmek, teslim olmak değildir… Alışmak hayatın bize dayattığı bir uyum süreci olmuş olsa bile, biz o süreci kendimize uyarlayabiliriz… Ve bazen bunu farkında olmadan yaparız… O kadar farkında olmayız ki, ürkeriz geldiğimiz noktadan. Bu noktada da her ne kadar paragraf başında alışmayı savunma biçimi olarak tanımlamış olsam da; yol ve yöntemlerimize göre alışmak, pasif saldırı (şuurlu tepkisizleşme) ya da aktif saldırı (mücadele etme) boyutunda da konumlanabilir.

“Sussam gönül razı değil, konuşsam tesiri yok”…

Suskun kalmaya alışmak; aktif bir tepki olmasa da, bir saldırı biçimi… Yazamamak mı, yazmamak mı hala bilmiyorum. Belki de geldiğim noktadır kelimeleri suskunluğa perçinleyen, belki de kelimeler sadece zamanlarını bekliyordur maviliğe kanat çırpmak için… Hayat hızla akıp giderken bir çok şeye alıştım. Ve hala daha yeni bir çok şeye alışıyorum. Bir zamanlar benim için imkansız görünenleri gerçekleştirdiğimi fark etmek bazen güçlü olduğumu hissettiriyor, bazen yalnız… Çünkü normalleştirilenlere yer vermesem de; açıklarımı kapatmak için gerekirse suskunluğu kuşanıyorum, gerekirse cesareti… Bir zamanlar karanlıktan gözlerimi açamayacak kadar korkarken; karanlık koridorlarda karanlığın üzerine yürüyorum… Anlatacak çok şey varken susuyorum… Siz de alışıyorsunuz. Farklı biçimlerde olsa da alışıyoruz ve değişiyoruz. Bu değişim kimi zaman yok olmak yolunda iken kimi zaman kendimizi gerçekleştirme yolunda ilerliyor… Alışmak kimi zaman teslim olmakla noktalanırken; kimi zaman da mücadele için yeni yol ve yöntemler edinerek bir devinim haline geliyor. Ve alışmak: geriye dönüp baktığında anlamlı olanların anlamını yitirmesi olsa da; ileriye baktığında, geride kalan ya da bırakılan her şeye rağmen mücadeleye devam etmek istediğinde; umut etmek istediğinde; her seferinde küllerinden doğma isteğini dirayetle koruyabilmek oluyor.… Alışmak kabullenmekten geçiyorsa eğer; alışmak teslimiyeti kabullenmek değil, mücadeleyi kabullenmek. Suskun kalsa da kelimeler, her zaman anlattıkları var. Ve hatta defalarca küllerimizden doğabiliriz. Kelimeler kozasından çıkıp maviliklere uçabilir, rüzgarla dans edebilir…

Yazamamak mı, yazmamak mı hala bilmiyorum. İşin garibi neden yazdığımı da bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, hatırlamadığım bir günde suskunluğa gömdüğüm kelimeler sıyrıldı kınından yavaşça. İçimde kanatlanan binlerce kelebek kelimeler… Bu seneki doğum günüm sizin doğum gününüzdür…

“Uçamayan kelebek… Uçamayan kelebek olur mu?…”