İçeriğe geç

İnecek Var! Yazılar

Carga la Tromba Edebiyat !

Hikaye İçinde Hikaye 3…

Oğlan dayıya kız halaya çekermiş sözünü her duyduğumda içimden derin bir amin derim. Annemin yeni yeni küçük bir tepeyi andıran göbeğimi gösterip, ‘’çok yiyorsun çok, dayına çekmişin sen’’ serzenişinde tatlı bir tebessüm belirir yüzümde ve yüreğimde.

Tam olarak bende emin değilim hayranlığım nerden geliyor. Çok büyük buluş yapmış bir mucit, büyük kıtalar keşfe
tmiş bir kaşif de değildi. Kapısının önünde arabalar, emrinde hizmetkarlar da bulunmuyordu. Anadolun kurak bir şehrinin, kavruk tenli insanlarındandı. Gençliğini resimlerden şöyle böyle görsem de, şimdilerde saçı dökülmüş, sakalları ağarmış, biraz da göbeği çıkmıştı. Elinden her iş gelse de (mecazi-marazi bir tanım değil bu, elektrik tesisatçılığından tutun torna tesviye ustalığına kadar geniş bir beceri yelpazesine sahiptir), hiçbir işte tutunamamıştır. Bir gün dahi isyan ettiğini duymamış, ya nasip sözüyle hafızamda yer edinmiştir.

DEMİRDEN KORKTUK, TRENDEN İNİYORUZ…

  Tren yolcusu hüviyetine, çok küçük yaştaki bir deneyimi saymazsak son 5 senedir sahibim. Henüz “vagonların demir raylar üzerinde ilerlerken çıkardıkları hüzünlü ses” benzeri romantik değerlendirmeler yapacak seviyeye ulaşamadım. Hızlı trenlerin yaygınlaşacak gibi görünmesi, bundan sonrası için de umutlarımı (!) azaltıyor. Eski sistem tahta koltuklu trenlere yetişebilseydim belki durum farklı olurdu. Romantizm ve tahta koltuklu nostaljik trenler bir yana ben biraz daha gerçekçi bir değerlendirme yapmayı denedim. Bu kulvarda şansım biraz daha yüksek olabilir. Tespitim şu ki: 2007’den öncesi ve sonrası için, raylı sistemle alakalı değişmeyen bir kural mevcut; RAYLAR NE TARAFA DOĞRU DÖŞENMİŞSE YOLCULAR DA O TARAFA DOĞRU GİTMEK ZORUNDADIRLAR. İSTİKAMET TEKTİR, ALTERNATİFİNİN OLABİLME İHTİMALİ YOKTUR. (Evet, bunu anlayabilmek için en az 5 senelik bir tecrübe şarttır.) Açıkçası bu…

Psişik Mevzular 4, ” Teselli Bu Şiir “

Teselli Şiiri Demlikte kalan çayı yenisine kıvam katsın diye eklemeyi bilebilseydin Bir asrın tesellisi olabilirdin, ben ucu açık bir ifade kim bilir! Kaptan’a böyle havalarda kulak verseydin ve anlasaydın onu. Bu asrın tesellisi olabilirdin, ben ucube bir cavlak kim bilir! Yarım bırakarak bulmacaları  murdar etmeseydin hafta sonu meşgalelerini. Bir asrın tesellisi olabilirdin, ben geç uyanmalar müptelası kim bilir! Terlik giymeyi sevemedin besbelli, en azından hırkamı geçirebilseydin sırtına. Bu asrın tesellisi olabilirdin, ben sobaya dizilen mandalina kabuğu kim bilir! Daha yataktayken boğduğum sigaralardan nefret etmeseydin. Bir asrın tesellisi olabilirdin, ben sağlam ve sevilen bir yeşilaycı kim bilir! Öfke mi gözlerimle akıttığımı bilip edebilseydin gözlerimi takip. Bu asrın tesellisi olabilirdin, ben kuytu tekkelerin gamsız mevlevisi kim bilir! Reayayla olan münasebetini hep almak üzerine hodgamca…

Hikaye İçinde Hikaye-2

Dört kuşak aynı odadayız, teyzem, annennem, annennemin annesi ve ben. ‘’Koca Ebe’’ (sanırım küçüklüğümüzde futbolcular Küçük Hakan, Büyük Hakan diye ayırt edildiğinden bu ismi vermiştik), her sene birkaç hafta kızının yanına gelir ailenin neşe kaynağı olurdu. Bir kaç senedir üniversite maceramdan dolayı koca ebeyi göremiyordum, annemin kahvaltıda ‘’titrek ebe’’ geliyormuş demesiyle, şaşırmıştım. Bizim ufaklılıkların dilleri dönmeye başlayınca Parkinson hastalığından muzdarip kadıncağıza titrek ebe dediğini gülerek anlatmış, daha gelmeden evimize neşe dolmasına sebep olmuştu.

Koca ebe, nam-ı diğer titrek ebe yaşlılardan kimine göre cihan harbi kimine göre ise kuraklık zamanlarında doğmuştu. Yani en muteber iki rivayet bunlardı. Doğduğu ay konusunda ise bilumum sebze ve meyvenin ekilme biçilme zamanları kadar kombinasyon mevcuttur. Torunun torunu görecek kadar şanslı, hatırlayamayacak kadar muzdaripti. Parkinson Alzheimer reflü gibi ismini hala gavur askerleri sandığı bir çok hastalığa sahip, kulakları ağır duyan, elinde doksandokuzluk tesbih, sürekli secdede olmasını sağlayan beliyle, nurani bir kadındı. Hafızasının ulaşmasına izin verdiği hatıralarını anlatır, neşemize neşe katardı.

Annemin ‘’oğlum sende zaten şunun şurası kaç gün geliyorsun bizde özlüyoruz’’ sitemine, ufaklığın ‘’abim kalıyorsa bende kalırım’’ tehditine rağmen izin almayı başardım. Titrek ebe (bu yakıştırma daha çok hoşuma gitti) kaçıncı defa oğlum sen kimsin diye soruyordu. Ebe ‘’Selmin var ya’’ diyerek bağırıyor, onun oğlu olduğumu anlatmaya çalışırken Selmin’ide unuttuğunu fark ediyor, sonra annennemden başlayarak silsileyi kendimde tamamlıyordum. ‘’Ahh oğlum ahh kafa kalmadı ki’’ diye torununu unutmaktan utanıyor, anlatmaya başlıyordu. Eşlisinin yaptıklarından dem vuruyor, kıtlık zamanlarını anlatıyordu. Aslında anlattıklarının tarihi bir önemi olmasa da sallana sallana anlatması, dilinin şivesi, tabiî ki de durup durup sen kimsin oğlum demesi hoşumuza gidiyordu.

Küfür Meselesine Giriş

Küfür edilen bir muhitte büyümedim. Sokakta oynadığım yaşıtlarımın en ağır küfrü “eşekoğlueşek”ti ve öyle kolay kolay edilmezdi. Ya top sahibi maçın ortasında topunu alıp gitmeye kalksın ki ya da harbiden çocuklar için ciddi bir mevzu patlak versin ki mevzubahis küfür edilsin. “Ulan”, “pis”, “eşek” gibi küfürler gerçekten sinirlenirsek çıkardı ağzımızdan, kibar çocuklardık vesselam…

Psişik Mevzular 3, ” Boş’iir “

BoŞiir Göremiyor, tutamıyor, tadamıyor, koklayamıyoruz arada bir yokluyor ve gidiyor, gelişi de gidişi de aynı küçüklükte izler bırakıyor… ama çok rahatsız ediyor, ama huzursuzluğa gark ediyor aratıyor mütemadiyen, “eksik bir şeyler var” vehmine itiyor “eksik bir şeyler”in bulunduğuna inandırıyor da bi süre sonra ve bulunamıyor ve bulunamadıkça bunaltıyor, dışlıyor, uzaklaştırıyor, ayrı tutuyor, ayrıştırıyor gece gibi yakını uzak, gündüz gibi bütün saklıları görünür kılıyor çoğu zaman elinin altında duruyor gibi lakin; görülmüyor, tutulmuyor, koklanmıyor ve tadılmıyor, kısaca tanımlanamıyor, kimsece tanınmıyor eşkalen tanınmaz hale getiriyor … sonra, yoğunluğu artıyor ve artıyor haliyle uykusuz ve rüyasız ve dumanlı geceler sonra, sonrası fena, daha fena, çok fena, hep fena… arada bir gelişler yerini sıklaşan ziyaretlere bırakıyor takatten kesiyor, mecal bırakmıyor, bitap düşürüyor bıktırıyor, bezdiriyor,…

Okuyucu Kitlesine Yazarı Takdim (Bir Kısmı +18)

Yazmayı öğrendiğim günden beri (okumayı evvel öğrendiğimden okuma-yazma demiyorum) beyaz sayfalara çok şey karaladım. Denemeymiş, şiirmiş anlamazdım başta. Alt alta yazarsam şiir, yan yana yazarsam kompozisyon derdim adına… O sebepten mavi önlüklü çağlarımda mesele yazıysa; yarışmaların ilk derecesini önceden rezerve ederdim. Şiir derlerse alt alta yazardım, kompozisyon derlerse yan yana… O kadar basitti olay işte.

Ciddi bir okuyucu kitlemiz de oluştu, övünmek gibi olmasın. Yarışmalarda yalnızca jüri okudu yazdıklarımızı, sonra altın günlerinde, annemin gün arkadaşları heyecanla dinledi beni… (Burada alkışlar ve tezahüratlar eşliğinde zorla ve utanarak okuduğumu belirtmeyeyim en iyisi, okuyucu kitlesine sahip bir yazara yakışmaz çünki.) Biraz büyüdük ‘aşk’ dedikleri illete tutulduk herkes gibi, sadece sevdiğimiz kız okudu yazdıklarımızın bir kısmını… O da ciddi kitleden sayılır bence, haliyle…