Küfür edilen bir muhitte büyümedim. Sokakta oynadığım yaşıtlarımın en ağır küfrü “eşekoğlueşek”ti ve öyle kolay kolay edilmezdi. Ya top sahibi maçın ortasında topunu alıp gitmeye kalksın ki ya da harbiden çocuklar için ciddi bir mevzu patlak versin ki mevzubahis küfür edilsin. “Ulan”, “pis”, “eşek” gibi küfürler gerçekten sinirlenirsek çıkardı ağzımızdan, kibar çocuklardık vesselam…
Hiç küfür duymamış da değildik hani. Hemen yan sokağın (mahalle maçı kavramında rakip mahalleyi temsil ederlerdi) çocukları küfür bilirdi mesela. Ama kelimeler bir mana içermezdi bizde. Şimdi hakkını vereyim, oturduğumuz apartmanın bizden birkaç yaş büyük ama kendisinden büyüklerden de bir hayli küçük olan Adem Abi’miz bu ekibin tabii bir reisiydi. Onun küfre uzak oluşu doğal olarak bizi de küfürden uzak tutmuştu. Hatta yazları gittiğimiz camide “kötü sözler” sarfeden diğer mahallenin çocukları ile papazdık biraz. Camii en başta edep demekti bizce, hatta biraz diklenince bir kuytuda kıstırılıp ilk toplu dayağımı da bu vesileyle yemiştim. Taa o zamanlardan haksızlığa dayanamayan bir Beşiktaşlı’ydım anlayacağınız. Bu kalabalıkların bana saldırması bu vesileyle bir alışkanlık mı oldu yoksa benim dik başlılığım mı buna sebep verdi, bu yazının konusu değil, o sebeple geçiyorum.
İlkokulda da küfür bilmezdik başta. Rahmetli Ramazan Hoca’mız tam bir otoriteydi o konuda. (Bu sitenin de müsebbibi olan ilkokul arkadaşım eminim beni teyit edecektir.) Sonra ne oldu, nasıl oldu, birer küfür tiryakisi olduk hepimiz. Yanlış anlamayın, söz sanatlarının en diplerine girip yeni yeni, duyulmadık şeyler türetenlerden, aile bireylerine kötü sözler edenlerden değildik ama Türkçe’ye yepyeni bağlaçlar kazandıracak kadar da bilgi sahibiydik. Anlayacağınız hep “siktir ettik.”
Sonra gurbette lise günleri başladı. Aileden ayrılığa ilave bir de kendi ayaklarının üzerinde durabilmek gerekti. Ve adam yerine konulmamak en çok koyardı, ana-baba yerine geçip de kol kanat gerecek “öğretmenler”, ergenliğin en zor zamanlarında desteği bırakın bir de tekme savurunca (hepsi değil elbet) hem şiddetin hem de küfrün geri dönülmez müptelası olduk çoğumuz. Şiddetten kurtuluşumuz biraz sancılı oldu ama küfür her geçen gün kemirdi sağlığımızı. İliğimizi emdi, bırakmadı yakamızı. Neredeyse hepimiz küfürbaz olduk.
Bu yazı burada noktalansın, küfre başlangıca bir nüsha olsun sadece. Küfrün psikolojik, sosyo-psikolojik ve sosyolojik meselelerine devam edelim. Yormayalım okuyacakları ki; yüreklerindeki Beşiktaş sevgisi taptaze dursun.