İçeriğe geç

Hikaye İçinde Hikaye 3…

Oğlan dayıya kız halaya çekermiş sözünü her duyduğumda içimden derin bir amin derim. Annemin yeni yeni küçük bir tepeyi andıran göbeğimi gösterip, ‘’çok yiyorsun çok, dayına çekmişin sen’’ serzenişinde tatlı bir tebessüm belirir yüzümde ve yüreğimde.

Tam olarak bende emin değilim hayranlığım nerden geliyor. Çok büyük buluş yapmış bir mucit, büyük kıtalar keşfe
tmiş bir kaşif de değildi. Kapısının önünde arabalar, emrinde hizmetkarlar da bulunmuyordu. Anadolun kurak bir şehrinin, kavruk tenli insanlarındandı. Gençliğini resimlerden şöyle böyle görsem de, şimdilerde saçı dökülmüş, sakalları ağarmış, biraz da göbeği çıkmıştı. Elinden her iş gelse de (mecazi-marazi bir tanım değil bu, elektrik tesisatçılığından tutun torna tesviye ustalığına kadar geniş bir beceri yelpazesine sahiptir), hiçbir işte tutunamamıştır. Bir gün dahi isyan ettiğini duymamış, ya nasip sözüyle hafızamda yer edinmiştir.

İlk ne zaman dayı dediğimi hatırlayamıyorum elbette, hafızamın ulaşmama izin verdiği en eski hatıramız kırmızı 50NC kamyonuyla gittiğimiz piknikler. Kamyonun kasasına tüm aile doluşur, ‘’domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı, dayım bu yolların yıldızı’’ diye bağırarak kendimizden geçerdik. Rüzgarın sesi, kamyonun gürültüsüne yenik düşmemek için çok bağırmak lazımdı çok…

Terzi olan dedemin yanında çıraklığa başlamış, ordan ise sanaiye transfer olmuş. Benim şahitlik edeceğim uğraşları; naylon bidon imalatı, kuyu açma işi, tuz satıcılığı, pazarcılık… bakmayın bu kadar meslek değiştirmesine tembelliğinden değildi; bidon imalatında ham maddesi yanmış, kuyu açma işine devlet dur demişti. Neden saflığını, çabuk kanmasını ve ticaretten anlamamasını gösterebilirsek de; ben dayımın mazeretini daha çok beğenirim her zaman, nasip değilmiş evlat…

Teyzemin anlattığına göre çok kitap okurmuş ve kalemi de iyiymiş. Bize hiç bahsetmese de kazanıp da gidemediği gazetecilik ve televizyonculuk fakültesi de varmış hayat kitabının sayfaları arasında. Eğitim ve kültür hayatının iki düşmanı vardı; dedem ve yengem. Dedem kazandığı üniversiteye göndermeyerek eğitimine, yengemde kıskanıp yaktığı kitaplarıyla kültürüne set çekmişti. Teyzemden bu hikayeyi dinledikten sonra koşup dayımdan kalan kitapları sorduğumda yengeme; hiç kitap kalmadığını o kış kocasının yine iflas ettiğini ısınmak için kullandığını anlattı onaylamamı bekleyerek. Oysa ne çok merak etmiştim hangi romandan hangi cümleleri çok beğendiğini. ah yenge ah demekten ömrümce benzemeyi düşlediğim dayımın bir kere de olsa ah demeğini hatırlayarak vazgeçtim.

Annem ’’beş kızkardeşiz, abim bırak fiske vurmayı bir gün kötü bir söz dahi söylemedi’’ diye anlatırdı. ‘’Dayı ya hu ne layt adamışın’’ diye takılmama ‘’oğlum napsaydım’’ der lafı değiştirirdi. Yedi sene felçli olan dedemi her Allah’ın günü yıkadığını hatırlattığımda, ‘’birazda bacıların baksın’’, dediğimde ‘’onlar kaldıramaz’’ der olayı kapatırdı. Bir kere de of dememişti, biz dedemin odasına kokudan giremezken.

‘’Dayı ben ödeyeyim’’ dediğimde, yüzüme bakışında kırgınlığın ve kızgınlığın resmini görmüştüm. Mercimek çorbasının tadı ve kokusu burnumdadır hala. Hala çözemediğim ise o çorbayı özel yapanın damağımda bıraktığı lezzet mi yoksa fedakarlık ve sevginin yüreğimde bıraktığı izzet mi? Gene ya nasip günlerindendi, geceleri kırmızı 50NC’siyle kağıt topladığı zamanlardı. Dertleşmek için koşmuştum dayıma, sokak lambalarının yarenliğinde asfalt yollarda uzun uzun konuşmuştuk. ‘’gel hadi çorba içelim’’ diyerek daldı, nöbetçi lokantaya. çorbayı içtik yanına muhabbeti katık ederek. Belki de cebindeki tek parasını da (son değil) bana harcamıştı.

***

‘’Anne napıyorsunuz?’’ diye sordum telefonda,
‘’Napalım yoldayız Ankara’ya gezmeye gidiyoruz teyzenlerle, babanın işi varmış araba boşken bizde gezelim dedik’’
‘’Eee, çoluk çocuk nasıl sığdınız arabaya?’’
‘’Çocukları dayına bıraktık, o pikniğe götürecekti.’’
‘’Tamam anne’’ diyerek kapattım telefonu, dayımı aradım ellerim titreyerek.
‘’Dayı bizim ufaklığı versene’’ dedim. ‘’Bak abim iyi dinle şimdi, hep bir ağızdan domatesin çekirdeği kırmızı kırmızı dayım bu yolların yıldızı yıldızı diye bağıracaksınız tüm gücünüzle…’’
Gözümden yaş geliyordu. Biz ne kadar bağırsak da dayıma sesimizi duyuramıyorduk beklide, 50NC’nin sesi ve rüzgarın gürültüsünden, bu sefer otomobildeydiler, bu sefer duymuştur kesin. Bende bağırıyordum kilometrelerce uzaktan domatesin çekirdeği….