İçeriğe geç

Yazar: İlteriş Türk

Başka Bir Haber…

  Kuru ekmek, büyüklü küçüklü parçalar halinde kaldırım kenarında durmaktaydı. Muhtemelen kaldırıma bitişik yüksek binanın üst katlarından atılmıştı. Ancak parçalanmasının başkaca pek çok sebebi de olabilirdi. Karganın olay yerine intikali fazla gecikmedi. Bu civardaki kuşlara göre -ki çoğu serçe ve güvercindi- büyük sayılabilecek olan kanatlarını çırparak, kuru ekmeğin üstünde bir süre kaldı. Yere indiğinde kuru ekmeğe anlamsızca baktı. Düşünceli bir yaratık olduğuna inanırdı, ama tam şu sırada ne düşüneceğini de bilmediğini fark etti. Derken bir anda sekiz-on güvercinlik bir grup, karganın arkasında konuşlandı. Böylece kuru ekmeğin izleyicisi sayısı epeyce artmış oldu. Karga, arkasına dönüp gelenlere bakmaya yeltendi. Fakat ne mümkündü? Daha dönüşünün yarısını tamamlamadan güvercinlerin çoğu havalanıp birkaç metre geriye kondular. Havalanmayanlar ise yaya olarak uzaklaşmayı tercih ettiler. Bu sefer…

Bir Haber…

Ciddi bir kedi idi. Suyun kıyısında gidip gelirken, diğerleri kadar kolay bir iş yapmadığının farkındaydı. Hafif bir gurur katıyordu bu ona, çok hafif. Ama kesinlikle belli etmiyordu. Ne iş yaptığını bilen yoktu. Herkes, sadece gidiş ve gelişlerini izlerdi. Kimsenin aklına takip etmek gelmedi, nereye gidiyor bunca zamandır diye de kimse sormadı. Diğer ciddi kediler dahi onun kadar önemli bir iş yapmıyordu, hepsinin ortak kanaatiydi bu. Ama hiçbirisi gittiği yerde ne olduğunu merak etmedi. Bir gün bu gidiş gelişler devam ederken, ciddi kedi bildiği ve alıştığı yolda gidip gelirken, olağan bir şekilde normal bir şey olmadı. Her şey anormaldi. Sormak, yine hiçbirinin aklına gelmedi. Normal olay başka bir gün yaşandı. Dengenin ve dik duruşun timsali ciddi kedi, gidip geldiği yolun ıslak…

Hafif Değil Gevşek Yazı

 

Balık! Eğer bir akşam yemeğinde O’nu yiyebilme ihtimalim var ise, kesinlikle es geçmem. Bu akşam, ihtimali kendim yarattım, epey yol yürüdüm ve O’na ulaştım. Ayıptır söylemesi, artık ne kadar özlemişsem, bir porsiyon hamsi bir porsiyon palamut bana mısın demedi.

Dükkândan (evet tam olarak bir dükkândı, lokanta veya restoran ismi o mekâna biraz fazla kaçardı) muradıma ermiş bir şekilde çıktığımda, önceden oluşturmuş bulunduğum “önce yemek, sonra kitap, sonra tatlı” prensibim gereği yakında bulunan kitapçıya doğru yürümeye başladım.

Prensip dedik ya, illa ki bozulacak bir zamanda bir yerde. Melun olay şöyle gerçekleşti:

Prensiplerimden ödün vermem için türlü oyunlar çevirmekte bir an bile tereddüt etmeyen hain düşmanlar, cep telefonuma gönderdikleri mesajla adeta emellerine bir adım daha yaklaşıyorlardı. Mesaj, telefon faturamın son gününün geldiğini doğrudan, uygulamayı planladığım “kutsal sıram”ın bozulacağını dolaylı olarak bana bildiriyordu. Zaten “kutsal sıram”ın bozulacağına bir hayli sinirlenen şahsım, bu tarz sıkıştırma ve kuşatma hareketlerinden de fena halde kötü etkilenmişti. Ve sonunda olan oldu.

DEMİRDEN KORKTUK, TRENDEN İNİYORUZ…

  Tren yolcusu hüviyetine, çok küçük yaştaki bir deneyimi saymazsak son 5 senedir sahibim. Henüz “vagonların demir raylar üzerinde ilerlerken çıkardıkları hüzünlü ses” benzeri romantik değerlendirmeler yapacak seviyeye ulaşamadım. Hızlı trenlerin yaygınlaşacak gibi görünmesi, bundan sonrası için de umutlarımı (!) azaltıyor. Eski sistem tahta koltuklu trenlere yetişebilseydim belki durum farklı olurdu. Romantizm ve tahta koltuklu nostaljik trenler bir yana ben biraz daha gerçekçi bir değerlendirme yapmayı denedim. Bu kulvarda şansım biraz daha yüksek olabilir. Tespitim şu ki: 2007’den öncesi ve sonrası için, raylı sistemle alakalı değişmeyen bir kural mevcut; RAYLAR NE TARAFA DOĞRU DÖŞENMİŞSE YOLCULAR DA O TARAFA DOĞRU GİTMEK ZORUNDADIRLAR. İSTİKAMET TEKTİR, ALTERNATİFİNİN OLABİLME İHTİMALİ YOKTUR. (Evet, bunu anlayabilmek için en az 5 senelik bir tecrübe şarttır.) Açıkçası bu…