İçeriğe geç

YOL

“Babam bir insan kendi talihsizliklerinin toplamıdır derdi.”

Yüzümün yanından bir yol geçiyor. Herkes uzaklara baktığımı düşünüyor. Kimse ne gördüğümü sormuyor. Sırtımda yarım ömrün bohçası. Bazen tüy kadar “ağır”, bazen demir kadar “hafif”. Ama temiz. Omuzlarımda düğüm yerlerinin izi var. Neyi kimden kaçırıyorsam. Kimse bunu da merak etmiyor.

Yol, yüzümün yanından kıvrılarak geçiyor. Herkes, yola sırtımı döndüğümü düşünüyor. Kimse neyi beklediğimi sormuyor. Bu bohça beni çok tedirgin ediyor. İçindekilere güvenmiyorum, emanet de edemiyorum haliyle. Sırtımda yaşanmışlıkların teri var. Hayatın kaçınılmazlığı nasıl da vuruyor.

Yolun neresindeyim bilmiyorum. Boyasız iskarpinlerimle toprağı havaya kaldırarak sırtımı döndüğüm yöne yürüyorum. Islık çalacak nefesim yok.  Ben böyle ayağımı sürüyerek yürümezdim ama çok yorgunum. Ağaç hışırdasa ağlayacak oluyorum. Dudaklarımı kanatmam da bundan. “Yine de..” diyorum. “Yine de…” Getiremiyorum sonunu.

İnsan neyi umut edeceğini bilemiyor. Ne insafsızca… Ardıma bakmadan yürüyorum. Zannediyorlar ki eyvallahım yok. “Ardında hiçbir şeyin kalmadı artık; ne umut, ne güveniş…” Ne insansızca. Yalnızca çocukluğum, yani yaşanmış bir ömrün heyecanlı hali ardımda. Yani dönülmesi imkânsız her ne var ise… Ben bu göğsümü şimdi kime yardırayım? Yardırıp da kime sordurayım; “balın, sütün ve kuş sesinin Allah’ı hatırlattığı anlardan ne kaldı” diye.

 “Bir gün gelir talihsizlik de yorulur sanırsın sen ama zaten senin talihsizliğin zamanın kendisi olur derdi babam.”

Kesinliğin ve kat’îliğin boş yere umut besletmeyen yahut tedirginlikleri yok eden tarafı beni güvende tutuyor. Bu yüzden birbirine yakın ihtimallerin kafa karıştıran hallerinden ziyade herhangi iki zıtlıktan birinin mümkün olmasını dilerim. Silahını temizleyen fedainin, temizlik bittiğinde sarıp sandığa kaldırması veya yeni bir kavgaya girmesi gibi. Onu beline takıp da tetikte gezmesin.

Ayakta ölmeyi de o yüzden istemem. Çünkü insan ayakta ölmez, çürür. Muallâkta kalır. Yaşarken gelen çürümüşlüğe ayakta ölmek nişanı vermek bir yana içindeki iltihap da görülmez ama kokusu genizleri yakar. Ben düşüp boylu boyunca uzanarak ölmeyi dilerim. Öldüğüm anlaşılsın isterim. Sadece bir vakit aralığınca, evimin odasında karnımın üzerinde bıçakla uzanmak isterim.

Hayata karamsar ve kötü bir yerden baktığımı söyleyeceksiniz. Yanılıyorsunuz, hayatla aramda ona bakmak gibi bir tavır hiç olmadı. Yüzümün yanından kıvrılarak giden yolda siftiniyorum sadece. Ceketimin gevşek düğmelerinden baş vermiş iplere bakarak, geçmişte takılı kaldığım, gelecekte tedirgin olduğum yerlerden beni alıp bambaşka bir aleme taşıyacak çocuk seslerini arıyorum. Duyarsam dudaklarımı ısırmayı bırakır, ağlarım işte o zaman. Sürekli geçmişte yaşayan benim gibi insanlar için günlerin bu kadar hızlı geçmesi tahammül edilebilir bir şey değil. Bütün bu tahammülsüzlüklerin doruk noktasında her şeyin sonu gelmiş ve her şey tükenmiş gibi. Bilmiyorum belki de çok yorgunum.