İçeriğe geç

Yaşadıklarıma Güvenmiyorum

“…sızlayan sızladı tamam,

geceden sabaha dek

o kemanecinin de ciğeri yanmasın mı?”

“Ama hayat böyle bir şey değil,” derdi hep. Ve bana hiçbir zaman, hayatın ne olduğuna dair hiçbir şey de söylemiyordu. İçinde bulunduğum o aitlikten, hayatı sıyırıp atıyordu her defasında. Yaşanmamış bir hayatla itham ediliyordum bütün bunların sonunda. İthamlardan müteşekkil bir yaşanmamışlıkla anılıyordum

Bence tam olarak böyle bir şeydi. İnceldiği yerden koparamamaktı hayat. Başlangıçların bir türlü nihayete ermediği, alınan kararların unutulduğu, verilen yeminlerin bir bir bozulduğu yerdi. Her sayfasına “yeni temiz bir sayfadan başlamalıyım” diyerek büyük harflerle başlık attığımız fakat altını can sıkıntısından karaladığımız bir defterdi hayat. Bildiğini iddia edenlerin sorulara tahammül edemediği, bilmeyenin sormayı gurur meselesi yaptığı, bütün bunların sonunda bilenin her şeyi cevapladığına, bilmeyenin de aslında bildiğine inanıldığı, içerisindeyken yadırgamadığın ama uzaktan baktığında rezil rüsva bir komiklikti. Diğer yandan yekpare biçimlerden uzak, kiminin bir damla, kiminin bir tas ile kandığı, kiminin de pınarların başında dursa da doyamadığı bir susuzluk.

Şehirden ve ahaliden uzaklaşanın girdiği mağara artık yok. Gölgesinde soluklandığımız o ağacı söküp götürdüler başka bahçeye. Tertemiz göğsüyle bekleyen toprağı anız bahanesiyle yaktılar. Bütün nankörlükleri göğsüne sevgiyle alan anne öldü. Bir duvarın kenarından evlatlarını gözleyerek onlara emniyet sağlayan baba yatalak. Bozulan herkesin birbirine benzediği, bütün haklıların da yenilgi ve yalnızlık çatısında birbirine rastladığı mizansendi hayat.

“Beni çok önceden vurmuşlar gibi davran.”

Her şey olup bittikten sonra, olup biten her şeyin ilk hâline ıstıraplı bir özlem duyuyorum her defasında. Koparılmış bir çiçeğin tomurcuk haline, akıp giden bir suyun gözeden çıkışına, yaşanmış bir ömrün henüz gelmemiş oluşuna, söylenmiş sözlerin susuluşuna, yüzüne tükürülmüş bir insanın çocukluğuna ve tükürenin de çocukluğuna… Her şeyin ilk hâlindeki o sükûtun, kendini güvende hissettirten havası ve o havanın tekrar solunamayacağını biliyor olmanın, insanın göğüs kafesine çöken ağırlığı ile hiçbir şey yapabilmenin imkânı yoktu.

Böyle de olmamalıydı. Ama her şey olup bitti ve bize kahrı kaldı. İçimizde ise ahuzar. Aldırış etmemeyi kendime yakıştıramadım çünkü. En sonunda, bakanların her şeye karşı memnuniyetsiz bir yüz ifadesi gördükleri fotoğraf olmak da istemezdim ama olduk işte.  Uzun uzun bakılan ve bakıldıkça yürünecek bir yol görülen yakışıklı bir fotoğraf olmak… Çok isterdim.

Anlaşılamamak hep korkuttu, anlamış gibi yapmalarının kırıcılığından iyiydi yine de. İşte insan böyle susuyor. Kelimelerden kurtulmak için hepsini bir kuyuya böyle tükürüyor. Herkese nasıl küfretmek istiyorum bir bilseniz. Ve herkesten özür dilemek. İşte hayat böyle. Sanırım artık böyle. Yani kimseyi kimseden ayırt edemediğin herkes diye tek bir şey var.

Peki ben bu çivileri ağzımda boşuna mı taşıdım bunca vakit… Anladığım bir dille, bana da “senin canın acımaz mı” diye sorulsun istedim. Razıydım acısa da “hayır acımaz” demeye. Soranı, sorusundan tanıyayım istedim. Palto gibi asıldığım kırgınlık da kırılıp düştü. Kırgınlığım, yorgunluk olarak bilinmesin istedim. Kan tükürürdüm ama “iyiyim” derdim. Zira anladığım bir dilin beni iyi edeceğine inanıyordum. İyi olayım istedim. Şimdi ağzım yine çivilerle dolu. Kimsenin bir şey sormasını da beklemiyorum.

“Beynimdeki bu urla değil, kalbimde bir mermi çekirdeğiyle ölmeliydim ben.” demiştim bir keresinde.  Mermi görecek cesaretim de yok aslında. Bir ses patlasa kalbim o anda yırtılıyor. Ne arkamda duran bir şiir ne de tutunabileceğim bir söz… Korkaklığın hüküm sürdüğü zamanların duvarlara çakılı takvimlerinden bir yapraktım. Koparılmayı bekliyordum. Zannettim ki bu yapraklar tükenince bu zamanlar da bitecek. Yanılmışım. Her sayfa yeni bir ürkekliği bir sonraki zamana haber veriyordu. Herkesin, herkese hiç kimse olacağı vakit geldiğinde kolay tanınacaktım.

Bunları geçelim. Ne kalbimde mermi çekirdeği ne de beynimde ur… Gelgelelim ben öyle ölemem de… Zira yaşadıklarıma güvenmiyorum.