İçeriğe geç

Geriye Alınmış Defter

“Koyup zarfın içine, üstünü acıyla pulladım…”

“Ellerin mektubu gelsin okunsun, eksik olmasın. Ama şu hançeri göğsümden uzak tutun.” derdi. Haklı da…  Cümleleri taşıyamayan birine, “bu” hançer ağır gelir, göğüs kafesini söker. Böyle vakitlerde hep sıtma titremesi hasıl olur. Hiç sektirmez, gelir. Çünkü “sokulmanın” -hele ki hançer olarak sokulmanın- kelime olarak edilgenliğinden midir bilinmez ama o edilgenlik halinin barındırdığı farkında olmama durumu insanı ürkütüyor.

Ve böyle şeyler hep gece olur, kimse olmaz, kimsenin sesi çıkmaz. Köpekler bile havlamaz. Sanki gece, bütün mahalleliyi tek tek elleriyle boğup öldürmüş gibi gelir insana. “Bu gece bambaşka bir gece olabilir” diyerek girdiğin böyle bir gecenin sabahında, güneşe dönüp “bak bu benim yüzüm, bunu da aydınlat” diyecek mecalin kalmayabiliyor. Yüzün güneşe hasret çıktığın bir sabahta, güneşini silen bulutların yağmuruna rahmet diyebilmen, kemikli bir nefis terbiyesine dönüşüyor. Kimse kimseyi böyle bir geceyle muhatap etmemeli.

“Esti rüzgâr bozuk bozuk, örselendi yüreğim,”

Güzel bir resme çizilmekten ziyade çerçeveletilmiş bütün güzel resimleri söküp, o resimlerden kendini yırtıp atmanın ne gibi tedaileri olabileceğini kestiremiyor insan. Aksi halde yapmaz. Karşısındakine, ona armağan ettiği hayal kırıklıkları ve güvensizlikle çerçeveletilmiş bir dünyanın soluk havasında hayırlar ve mutluluklar dilemenin, yani o klasik ritüeli eda etmenin rahatlığını alır gider… Bütün hesapları görmüştür artık, bütün defterleri yakmıştır. Çünkü o, yırtık, karalanmış ya da güzel resimleri ve yazıları göğsünde taşıyan sayfaları bir arada olan bir defteri görmek istemez. Her defasında yeni bir defter ister. Kötü niyetli değildir ama kendine giden yolda herkesi ve her şeyi feda eder. Kimse kimseyi böyle kovmamalı.

Senin kekemeliğinin ise zırh olduğu anlaşılmaz. Ayan beyan bir hedef haline gelmekten korunmak, cümlelerin seni aşikâr kılmasından kaçmak istersin. Yine de “artık tamam” deyip, kelimelerini, şairin “menevişli kuşu” gibi yollamak istediğin an; senin hikâyenin, başkasının hikayesine girizgâh olduğunu, sana bitirebilecek bir hikâye bırakılmadığını görmüşsündür artık. Sana en başta bir son verilmiştir. Kimse kimsenin kalbini böyle bir tedirginlikle yarmamalı hâlbuki.

“Geçti artık, göğsümde kuş barınmaz, anladım,”

İnsan, muhatabının meçhul ve müstakbel bir feraha giden yolunda, her şeyin hitama erip dupduru sekînetin kalbine yerleştiği o son durak olmak ister.  Çünkü “dinlenilen ve yerleşilen” o müreffeh yer olmak umulurken, güzergâhlardan bir güzergâh olmanın, geçilirken uğranılmanın, şöyle bir bakılmanın, göz ucuyla geçilmenin tarifi zor bir halet-i ruhiyesi var. Her şey bittikten sonra içten içe arz-ı endam eden o gurur kırıcılık, çivi gibi çakılı kalıyor. Gel gelelim çivinin çiviyi sökmediği, aksine göğsünde yeni bir çivi olarak çakılı kaldığı zamanlardayız. Kimse kimsenin kalbini böyle kırmamalı.