İçeriğe geç

Dirilmeyi bekleyen kimlik(ler)

”Senden yana olanların da, sana karşı olanların da bir değeri yok;
seni anlamadıkça…”
Özdemir ASAF

Mekanikleş(tiril)en hayatın çarklarında can çekişen bir ruhun haykırışıdır bu!

Ben kimim? Beklenilenin aksinde bir kimliği taşıyorsam var olan görüntümün içinde, kabahatlisi ben olamam ya? Bir dakika, bu beklenilenler aslında önyargıların inşa ettiği beklentiler silsilesi olmasın sakın! Beklentileri suya düşürdüm. Peki şimdi ben; beklenilenin aksinde bir kimliği barındırdığım için, toplumun görünümümden ötürü biçtiği gölge kimliğe esir edilen esas kimliğim bir anlığına da olsa özgür kalabildiği için, sevinmeli miyim?.. “İstisnalar kaideyi bozmaz” cümlesindeki istisnanın ta kendisi de olmuş olabilirim halbuki. Zihinlere giydirilmiş prangaların izin verdiği kadar özgür kalabildim sadece. Yani her seferinde adam asmaca oynar misali oynanılan kimlik asmacada “bu seferlik” asılmaktan kurtulduk.

Kimlik; “kim olduğun”dan ziyade “kim olarak algılandığın”… Karşındaki kişinin düşünce kodlarına göre “inşa” edilirken kimliğin, kim olduğunun hiçbir önemi yoktur ne yazık ki. Zihni virüs misali ele geçirmiş olan düşünce(sizlik) biçiminin, olası kaçak düşünce sızıntısına karşı aldığı önyargılar dizisinden başka bir şey de değildir bu süreçte yaşanılan. Yabancı kimlik, kategorilendirilir ve düşünülmeden savuşturulur. Bu karşıdakinin ben seni dinliyorum ama sen konuşurken senin anlattıklarını değil kendi anlamak istediklerimi duyuyorum deme biçimidir. Oysa soruların cevabı bulunacaksa; önce çözümün alfabesini, “kavramları” bir bir sökmeli; yamalı bohçaya dönmüş düşünce(sizlik)lere bir son vermeli tez vakitte! Bahar temizliğini evlerde değil zihinlerde yapmalı! Ne yani çeşitli kodlar/göstergeler anahtar olarak kullanıldığında bir kimliğin kapıları ardına kadar açılır mı? Yoksa günümüzde artık o kimliğin kapılarını açmadan, dışarıdan, pencereden görünenlere bakmak; insanlara birer resimmişcesine bakmak; yeter de artar mı? İyi de bu düpedüz o insanı yeniden kimliklendirmek olur… Hatta daha doğru bir ifade biçimini kullanmayı tercih edecek olursak; bu düpedüz o insanı zihinde bulunan kalıplara yani bir nevi tabuta sokmak olur; o insanı öldürmek ve zihinde var olan düşünce biçimine göre yeni “gölge” bir insan doğurmak olur. (Öldürülmek demişken; insan, “kimliğini” taşıyamadığı zihinler söz konusu iken yaşıyor mudur, yoksa yaşayan bir ölü müdür? Anlam yaşatılamıyorsa eylemler neye yarar? ) Kimlik yoksa birey yok, birey yoksa toplum yok. Öte yandan gölgeler var, yığın var, mekanikleşmiş eylemler ama eylemlerin getireceği hareketliliğin yerine esasında bir durağanlık var. Hatta zamanın aşındırdığı durağanlığı hesaba katacak olursak gerileme var! İnsanlar düşünmüyor, hissetmiyor ama konuşuyor ve yaşıyor! Neden algılananın ötesine geçilemiyor ki? Belki de sığ sularda derinlik aramakta kabahat. Peki ya bu sığlıktan, algılananın ötesine geçememekten, basmakalıp düşüncelerin içine oturtulmaktan fena halde canı yananlar?.. (Canı yanmak? Ölülerin canı yanar mı ki?!) Artık tahammül kalmadıysa; aynaya bakıldığında kendini değil de başkalarının gördüğünü görmeye… O zihinlerin etrafa saldıkları zifiri karanlık yetmezmiş gibi bir de yarattıkları gölge kimliklerle savaşılıyorsa… Karanlık bir dönemin esaretine kurban ediliyorsa benlikler… Yığın haline getirilmeye mahkum edilmek istenilen benliklere ruhsuz basmakalıp yapma kimlikler biçiliyorsa… Benliklerimize suikast düzenleniyor, ruhumuz başka ruh(suz!)ların kanlarıyla kirletiliyorsa… O kan selinde “değer”ler boğuluyorsa…  Neden bu zulüm? Neden bu cinayet? Yapılandırılmış düşence(sizlik)lerle kartopu savaşı yapılıyor, sonra bir bakıyoruz ki çığ altında kalmışız… “Yetim” kimliklerin sahibi kılınmak isteniyoruz. Halbuki ne bireye yeni bir kimlik biçilebilir ne de bir millete.

Ben kimim? Bu sorunun cevabı için size gerek yok. Siz olsanız da olmasanız da değişmeyen tek bir cevabı var. Aslında kimliklerimiz “referans”a göre değişmeyen gerçekliklerdir. Eğer cevabı okuyamıyorsanız ya da yanlış okuyorsanız, o gerçeklik gerçekliğini yitirmez; ama sizin için o gerçeklik ölmüş olur. Gerçek, gerçekliğini korur ama yoktur. Şimdi “var olmak” adına yeniden soruyorum. Ben kimim? Biz kimiz? Yaşamak nefes alıp vermekten ibaret değil, hissetmek de var… Konuşmak kelimelerin ard arda dizilmesinden ibaret değil, anlattıkları var… İnsanlar birer resim değil, hissediyorlar ve düşünüyorlar. Şimdi bana değil ruhuma, düşüncelerime bakın. Ben kimim? Beni duyuyor ve anlıyor musunuz? Siz kimsiniz?