İçeriğe geç

Psişik Mevzular 30, ” Haytaların Hayatı “

[pro-player width=’560′ height=’315′ type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=52CBv1AP8qg[/pro-player]

” Dün ” Dedim. ” Gol ” Dedim. 

Kendisinde başlayıp, kâinatın bütün hayat meyvelerini kelime sepetinde biriktiren ve sessizce kendisinde bitiveren Kaptan-ı Rüya TANPINAR, içinden çıkılması güç bi’meseleyi şöyle izah etmişti:

“ Dışarıdan bi’takım şeylerin alınması lazımdı. Hizmetçi izinli, kapıcı hastaydı.”

Oysa ben dışarıdaydım. Pekâlâ, arzu edilen bi’takım şeyleri de alabilirdim ağzımın payını da…

Tembellikten başka yapacak hiçbi’işimin olmadığı o gün varlığı ile yokluğu arasında benim için herhangi bi’anlam farkı bulunmayan bi’arkadaşımın arkadaşı olduğunu tevafuk eseri öğrendiğimde; elim, arkadaşımı aramak için bir türlü akıllanmayan mobil telefonuma, aklım arkadaşımın arkadaşına ses duvarını aşan ışık hızıyla gitti desem yeri.  Dedim ki, arkadaşıma: ” Öpüşüp koklaştığı biri yoksa, yarın buluşup konuşmamızın mümkün olup olmadığını sorar mısın, olmadı çay içeriz?”

Mümkündür haberini verdikten hemen sonra kırmızıya çalan ses tonuyla “ Çok sevdiğim bi’arkadaşımdır, ona göre! “ Dedi keskince. Ben de ona “ Çok sevdiğini söylediğin biri için bidon yahut bicon anahtarı bile diyebilirsin; ama arkadaş asla! “ dedim ve telefonu aynı keskinlikte kapattım.

” Bu dingil, haddi aşan bu mallıkla nasıl arkadaşım olabilmiş, hayret!” diye kendi kendime de söylendim durdum bi’süre. İyi hatırlıyorum bi’de şaşkınlık sigarası yaktığımı.

Ertesi gün; tembelliğime müteakip onunla görüşmekten başka yapacak hiçbi’işimin olmadığı gün yani…

Çok da sıkıcı geçmeyen, aslında bi’nebze umut bile uyandıran; lakin klasikler arasındaki yerini alalı uzun zaman olmuş uzun  hoşbeşten sonra mevzu’a yumuşak bi’girizgâh olsun düşüncesiyle, “ Seni ilk gördüğümde “ dedim ve ekledim. “ Ev ödevini yapmayan bir öğrencinin, hocasıyla dersten hemen önce koridorda karşılaşmasının verdiği korkuyla karışık heyecanı aynı anda yaşadım.” Ara vermeden -seni gördüğümde- faslına devam ettim. “ Kurtlar gibi acıktığı dudaklarını pis pis yalamasından belli sabırsız bi’kaplanla göz göze gelen ürkek ceylan yavrusu gibi dizlerim titredi… Daha Bitmedi “ deyip devam ettim. “ Sanki gözümün önünde 10bin insan kürdan gibi ikiye bölünmüş gibi betim benzim attı. Ölüm orucundan yeni çıkmış sülük gibi kanımı çeken tuhaf bi’duyguydu bu, bilmem anlatabildim mi? “

“ Demek, benzetmeci bi’kişiliğin var. “ dedi kayıtsız bi’mağruriyetle betimlemeci diyeceği yerde. Bu cümle hariç kuracağı her cümle, gireceği her hâl bana sevimli gelebilirdi; ama o kalktı bu cümleyi eksiksizce söyleyiverdi. Bu hiç iyi olmadı; ama o iyi olmadığının farkında değildi. Aslında bazılarına farkında olmamak yakışırdı; ama o bazılarından da değildi.

“ Hayır, Ferdici bi’kişiliğim var. “ demeyebilirdim aslında ama oyunu kendi sahamda kabullenmem gerekiyordu. Dedim.

“ Ne Ferdi mi ! ” dedi. Yok yok, inledi adeta. Daha öncede karşılaşmıştım buna benzer tepkilerle; ama bu öyle bi – Ne Ferdi mi- idi ki görenler, ben dâhil bütün akrabalarımın öldüğünü düşünürdü. Bu kadın milletinin Ferdi Bey ile ne alıp veremediği var acaba diye çok kafa yormuşluğum vardır ama dediğim gibi bu intikam kokan çok başka bir – Ne Ferdi mi- idi?

“ Ne Ferdisi, saçmalama allasen! Küçük bile olsa muhafaza etmek zorunda hissettiğim mutluluk parçaları var hala içimde. Basit, küçük bi’şakaydı sadece! “ dedim içim kan ağlarken. Kahkahadan nefret ettiğimi bilmediği halde göbek titreten zoraki bi’kahkaha attı sonra. Birden çirkine kesti her şey. Burkina Faso Ulusal Konseyi’ nin kahkahanın; gülmekten bağımsız, özünde yapmacıklıktan başka herhangi bir duygu barındırmayan anlamsız, absürd, gürültülü bir dışavurum olduğunu açıklayıp, insanlıktan çıkaran iticilikler listesine dâhil ettiğinden haberdar olmalıydı ve ona göre davranmalıydı en nihayetinde. Ama o ezelden beri her şeyden habersiz, biz ölümüne Burkina Fasolu idik.

Kahkahasının üstüne “ Aynı zamanda şakacı bi’kişiliksin de! “ deyince takarım altı ay yatarım moduna geçişim, dibine kadar kullanılması gereken en demokratik hak oluvermişti artık. En nihayetinde bu türden ucuz şakalar yapacak adamlardan değildim. Kendimi ve dağılan konuyu toparlayıp mevzu’a kaldığı yerden devam ettim. Aynı anda hem gole hem de buradan gitmek istiyordum artık. “ Eee, başka “ dedim. “Anlat? “ dedim. ” Hiç öyle işte, bildiğin gibi “ dedi. Bildiğim bi’şey yoktu bi’şey hariç. İnsan, bi’gün mutlaka öleceğinin dışında neyi bilebilirdi ki zaten? Yeri ve zamanı bile belli değildi üstelik, tam bi bilme bile sayılmazdı bu. Neticede; insan olmam istenmişti. İnsandım. Tabii olarak bilmiyordum. Ondan da istenmişti; ama o pek becerememişti sanki. Bilmediğini bile bilmiyordu.

Mevzu büsbütün tıkanmasın diye bıraktığım yerden devam ettim. “ Seni gördüğüm ilk ânı dün gibi hatırlıyorum, Plüton’a piknik yapmaya tek başına giden şişko bir jokeyin tuhaflığını hissetmiştim kendimde ”

Üstüme düşeni yapmış, duvar pası niteliğinde ki sihirli cümleyi söylemiştim. Artık, beni kaleciyle karşı karşıya bırakacak pası atmasını, – İlk defa ne zaman gördün beni çok merak ettim bak şimdi?-  Demesini bekliyordum ki “ İlk defa ne zaman gördün beni çok merak ettim bak şimdi? “Dedi.

“ Dün dedik ya “ dedim. Yüzü buruştu. “G.t ” dedi.

” Gol ” dedim. Yüzüm gözüm meşum gülüş içinde…

Olacağı buydu aslında; çünkü Kaptan-ı Rüya şöyle de demişti bi’zaman: “ İnsan talihi bu idi. Hiç kimse yıldız olarak kalamıyordu. Muhakkak hayalimizdeki yerinden inecek, herkese benzeyecekti. ” Aklıma geldiğinde kendime de gelmiştim. Karşımda Herkes Duvarı. İmdi ben, cep telefonu kamerası ile çekilmiş acuze mi acuze trajikomik bi’filmin final sahnesine yaraşır şekilde ağır aksak gidiyorum.

T.s.k,