İçeriğe geç

Psişik Mevzular 46, ” Önemi Olmayan Küçük Yanlış Anlamalar! “

6 Mayıs 2014 Pazartesi, 8373’ten telefonuma düşen mesaj:

“ Yağı kemiğine bürünmüş oğlak mevsiminin son demlerini yaşadığımız bu günün akşamında, tabii ki Bakan’ın Ganyanda ve dahi İstanbul yarışlarının son ayağına müteakip toplanıyoruz. Mavra büyük. Dünya yansa yıkılsa gel. Harbiden !-! ”

Ünlem tire ünlem(!-!) : Bi’nevi semtsel şifre, kesinlikle kaçırılmaması gereken bi’mavra olacağının emaresi.

8373: Semt hayatının inceliklerinin halen yaşandığı ve yaşatıldığı Semt-i Tepecik’in kurumsal telefon numarası. Semtin ileri gelenleri tarafından akledilmiş akıl dolu bi’hizmet. Haberi aldıktan sonra Reis’i aradım, hemen dakkasına.

-Reis geçerken beni de alırsın. Evdeyim yahut o ağacın altında. Bilmem hatırlıyor musun?

-Tağmmam tağmmam.

Semt hayatını teneffüs ettiysen böyle kısa ve net konuşman gerekir. Adaptandır. Adapsa, S.Ş.A* ‘da her şey…

Ganyana girdiğimizde yarışseverlerin handiyse hepsi dağılmış, oğlak çevirme temalı akıllara zarar bi’sofra kurulmuş durumdaydı.

Hayata karşı takındığı tavır ve gündelik işlerinde kullandığı üslup, jest ve mimikleriyle tam da bizim anladığımız manada Reis lakaplı Reis, zamanında kovaladığı devrim, sosyalizm, halkların özgürlüğü ve kardeşliği gibilerinden kavramlar sebebiyle üstüne isminden önce yapışan lakabıyla Halkımız Cihan Usta, bilhassa üstüne vazife olmayan işleri vazife edinmesiyle meşhur Bakan, gelmiş geçmiş en efsane selfie gurusu Süslü Nusret, hesapta olmayan ihtimaller hesabın en kuvvetli kalemidir yanılgısını hayatının her anına taşıyan Hiçbelliolmaz Eko, iki kişilik sandalyede tek başına oturduğu halde üç kişi oturuyormuş gibi görünen Büyük Başkan, sessizin sessizi ses tonuyla kendisini can kulağıyla dinletebilen ve fakat ne hazindir ki hiçbi’şey anlatamayan Cımbız ve  Son İttihadçı mahlasımla bendeniz akşamcı sofrasının müdavimlerini oluşturuyorduk.

Ortamın âdeti üzerine ilk kadehleri Avusturya İşçi Marşı eşliğinde dipledik. Akabinde olaylar şöyle gelişti: Kana karışan alkolün, aslında kana değil bizzat insanın hayatına karıştığını ilk fark eden ben oldum. Masanın ağırlığı hasebiyle cisimlerimizi masada bırakıp daha önce binlerce kez gidilen yerlere bi’kere daha gidildiğini, yaşanmaktan ve hatırlanmaktan eprimiş zaman dilimlerinin bi’kez daha hırpalandığını fark eden Halkımız oldu. Olan böyle oldu; fark edilen böyle fark edildi. Görülen ve görülmeyenler tekrar tekrar geçti kayıtlara. Şimdiki zaman sıkıntısı,

Reis’le hangi konu üzerinde konuştuğumuzu şimdi hatırlayamadığım ama -yanlış anladı- herhalde diye bitirdiğim cümleme kulak kesildi Halkımız ve o kanaldan devam etti.

– Yanlış anlamak diye bi’şey varsa şayet onun kralını ancak ben bilir ve ben anlatırım. Hatta mevsim de madem anlatma mevsimi, anlatayım o vakit. Yanlış anlamazsanız tabii,

Türlü sebeplerden ötürü Hozat’tan hicret etmek durumunda kalmış siyasi, miyasi, fikri, mikri ve dahi şahsi bi’takım talihsizlikler neticesinde cezaevine düşmüştüm. Tahliye olduğumda yeniden başlamak istemiştim her şeye; ama nereden nasıl ve hangi güç ve cesaretle? Neyse uzatmayayım harbiden. Yolumuz Tepecik’e düştü. O vakitler burası köy tabii. Bu masada oturan herkes (eliyle beni işaret ederek) sen hariç; ilk geldiğimde sırf memleketimden ötürü beni dışlar, aralarına almaz zannetmiştim. Yanlış anlamışım. Bu bir. Düzenli hayat, güzel arkadaşlar falan filan derken bu masadaki herkes ( eliyle beni işaret ederek) sen hariç, şimdiki Tepepark’ın yerinde faaliyet gösteren halı fabrikasını bilir. Oraya işe girmiş, ustabaşı bile olmuşum. Hayatımın şovunu yapıyorum anlayacağınız. Beni sürekli hişt pişt diye çağıran hatun kişi var bi’de. Hatun kişi var tabii, hatun kişi olmazsa olmaz zaten. Bunu bu masadaki herkes bilir (eliyle beni göstererek sen de dâhil) Neyse uzatmayayım… Yapma diyorum hişt deme pişt deme diyorum, sana karşı nasıl tavır takınacağımı kestiremiyorum diyorum. Laftan anlamıyor. Çektim bi’paydos sonrası kenara. Harbiden:

-Ya Cihan Usta de, Ya Cihan ya da Cihan Abi de! – bana dedim. Cihan dedi. Güldü de tatlı tatlı sonra. Seviyo sandım. Hayırlı işlerde acele edilir diye duymuştum zamanında. İkinci görüşmemizde kaçırdım. Hâlbuki onu da yanlış anlamışım ilk fırsatta ailemle arayı düzelteceğim ayağına kaçıp gitmezdi aksi takdirde değil mi? Etti mi sana iki. Harbiden. Olaylar böyle gelişince haliyle kimyam bozuldu, dengem alt üst. Köpürdükçe köpürüyor yanlış anladığımı bile anlayamıyor, mademki karımdır yeri benim yanımdır diyerek kendimi ateşliyordum.
Bi’haber geldi. Kızı Kırcaali’ye uçurmuşlar. Kurdum döktüm, nasıl olacak nasıl edecek dedim kendi kendime. Ne yaptım ne ettimse sonu hep paraya ya da daha doğru bi’ifadeyle parasızlığa dayandı. Harbiden. Demek ki dedim kendi kendime para bulmak lazım. Ama nasıl? Yağ fabrikasının ustabaşı benim ahbap o vakitler. Günlerden bir gün bana her üç ayda bi’çift maaş ikramiyenin fabrikaya silahlı mutemet eşliğinde getirildiğini söylemişti, o geldi aklıma. Plan şimdi kendi kendine şekillenmeye başlamıştı kafamda. Kel Burhan var ya bizim hani. Hah o da taksi durağının kâhyası o vakit. Yav Kel’i ne vakit görsem arabaları ileri geri çekip park edip duruyor. Ciğerlidir de kel. Hem herkes gibi onun da paraya ihtiyacı var, biliyorum. Neyse uzatmayayım. Yangın tüpünden çivili bomba yapmayı çok iyi bilirim ben. Beşçi İhsan da dinamit lokumlarını indiririm demişti zaten. Allah rahmet eylesin, hatırlı adamlardandı Beşçi. Harbiden.

Beşçi İhsan dedim eşit sürelerle herkesin gözüne bakarak. Tanımadığımı fakat tanımak istediğimi belirttim kısacası. Halkımız cevapladı

-İhsan, beşte kalmaktan kanser oldu, sonra da öldü. Garibimin hayatı beşte kalmasına çıldırmakla geçti. Tuhaf bi’kaderi vardı ya, öyle de tuhaf yaşadı. Neyse uzatmayayım. Üç ayda bi’gelen çift maaş ikramiyeyi patlatacaktım. Plan tamamdı. Kel’e açmıştım mevzuu onunla da tamamlaşmıştık. Bomba, lokum, makine, plan falan her şey hazır. Çivi bombasını maaş arabasını durdurmak için, dinamitlerini de Çatalca yoluna çıktığımızda peşimize düşmesinler diye yola döşeyecektik. Ama bi’araba lazımdı. Kel, ayarlarım duraktan dedi. Köyün arabası olmaz başka yerden tedarik ederiz dedim. Anladım gaps! dedi hınzırca gülerek. Neyse uzatmayayım… Araba işini Avcılardan taksici bi’arkadaşla çözmüştük.

Süslü, sesli güldü o anda. O gülüşün sebebi nedir diye sorgularcasına kaşımı gözümü oynattım. Muhacir taksiciyi çevirdik. Silahı doğrulttum herife. Adam ikiletmeden saatini, yüzüğünü, kolyesini, cebindekini kuruşuna kadar çıkarttı. Bozuldum tabii bu duruma, -yanlış anladın birader- Seninle bi’işimiz yok, paranla da… Yalnız kardeş, araban bize lazım. Seni sınırı geçene kadar bagaja alabilir miyiz? Neyse uzatmayayım diyerek kaldığı yerden devam etti konuşmasına Halkımız… Bagajında sahibinin bulunduğu canavarı alıp yattık erketeye. Maaş arabası göründü. Kel’e dönüp,

Kel! Beş dakkalık işim var. Beş dakika içinde geldim geldim, gelmezsem beni hiç bekleme sen bas git. Gelirsem de biner binmez bas git.

“Tamam” dedi Kel.  Alnından süzülen terlerin sıcaktan değil heyecandan kaynaklandığını anlayamadım tabii. Onu da yanlış anlamışım. Etti mi sana üç. Neyse uzatmayayım. Maaş arabasını patlatma işi sandığımdan kolay olmuştu. İçimden Allaha teşekkür ede ede bi’çuval parayı suçlandım. Her ne kadar suç olarak nitelendirilse de yaptığımız şey, Allahtan çok uzaklaşamıyor insan. Neyse uzatmayayım… Bi’solukta atıverdim kendimi manita koltuğuna. Kel bi’kalkma kalkış yaptı ki sormayın. Anadolu yakasındakilerin kulaklarını titretir. Harbiden.
Halkımız anlatısının bu noktasında bi’aralık bıraktı, üç nefes kadar. Bakan’a döndü Avusturya İşçi Marşı’nı yinele dedi. Beklemeye devam ediyordu yahut Marş’ın marş olduğu zamanlara süzülüyordu.
Eee, yani dercesine kıpırdanmaya huysuzlanmaya başladık. Kadehini tekrar dipledikten sonra Neyse uzatmayayım… dedi ve devam etti.

Kel’in gazı köklemesinden tam 43 saniye sonra her şey duvarda bitti.

Yani? Diye sordum nasıl olduğunu anlat dercesine…

Keli de yanlış anlamışım. Araba sürmeyi bilmiyormuş Kel, park etmeyi biliyormuş. Dört oldu dert oldu. Bu kadar… Harbiden!

Bu kadar değil, dahası var diyerek devam eden Reis oldu: Haberi geldi olayın. Gidip bi’baktık ki, bunları paket edip kahvenin ocağına oturtmuşlar. Başlarına da iki jandarma… Tabi siciller bozuk. Ee Halkımız’ın memleket de ofsaytın ofsaytı. Mevzunun kişisel olduğunu; örgütle, siyasetle herhangi bi’alakasının bulunmadığını anlatmaları 4 yıl sürdü. Haybeye 4 yıl… Ulan ertesi gün gazetelere bi’baktık ( 6 Ekim 1991 )

“ Tikko’nun yeni hedefi kim? ”

“Jandarma nefes kesen operasyonla terör örgütüne büyük bi’darbe daha indirdi! “ Falan filan.

Halkımız:

-Öyle deme Reis. Benim için büyük tecrübe oldu. En nihayetinde yanlış anlama ve anlaşılmaları olmayan bi’devletin hayat damarlarından biri kopmuş olabileceğini biliyordum bilmesine de Kel’e yazık oldu. Harbiden.

Uzun yıllar süren dalgınlıktan uyanır gibi başladım konuşmaya:

-Antonio Tabucchi’nin “ Önemi Olmayan Küçük Yanlış Anlamalar “ isimli kitabı, anlattıklarını konu edinmiş bi’kitaptır Abi dedim artist ve ukalaca.

-Doğrudur. Yazmıştır. Ben yaşadım. Hayat. Bu. Harbiden,

T.s.k,

  • Semt Şartları Altında’nın kısaltması