İçeriğe geç

Şarapneller-IV

6250_10

Burası esasında konuşamayanların yeri. Hayatında kaçırdığı ne varsa konuşamadığından dolayı kaçıranların yeri. Yoksa insan niye yazsın. Niye bütün konuşamadıklarını, bir kalemle kâğıdın göğsüne kazısın. Bu, son noktadır.

Bunu da buraya yazıyorum. Okunabilir mi, anlaşılabilir mi bilmiyorum. Zira kalemin kalem, kâğıdın kâğıt, lafın ise kelâm olmadığı bir çağda yazıyorum. Belki de bundandır bizim pervasızlığımız. Yazma hadsizliğimiz.  Bize de gün doğması bundandır belki. Gün doğması derken; daha önce de dediğim gibi hâlâ güneşi ve ampulü ayırt edemiyorum. Yani süzülerek kapımın altından odama vuran her ışıkta bir şafak heyecanı yaşıyorum. Ve çok iyi anlıyorum ışığa üşüşen sinekleri. Tanpınar demişti; “Hakikatte bir şafak diye baktığın şey, bir yangındır.” Diyemiyorsun işte; “bir yangınımız bile yok baba, karanlığa bakıyoruz şafak diye, koca bir karanlığa”

Tanpınar bu cümleyi şöyle bitirmişti; “Hiçbir yara kurcalamakla iyileşmez.”

Bir şehirden başka bir şehre taşındınız mı hiç? Ben çok taşındım. O an yaşadığınız şey bambaşka oluyor. Taşınırsanız eğer siz de yaşarsınız aynı şeyleri.

Ayrılacağınız kesinleştiği an, apartman boşluğunuz, sokağınızdaki kaldırım, camınızın önündeki cadde, sokak lambalarının geceye kattığı loş aydınlık, mahalleye girişiniz ve daha birçok şey size kıymetli gözükür.  Sevmediğiniz bir muhit olsa bile içiniz ısınır. En son, eşyaları yüklediğiniz kamyon mahalleden çıkarken şöyle dönüp bir bakarsınız ardınıza, evinizi son bir kez görünce; “keşke bir şey olsa da gitmesem kalsam bu kıymetini bilemediğim yerde, kalsam da kıymetini bilsem.” dersiniz.

İşte bu, insanın bi’nevi hayatına bakış biçimidir aslında. Yaşam boyunca sitem, küfür, sövgü, ama şöyle bir canın yanmaya gör; “âh ulan hayat, sana sırtını dönenin, sırtı yere gelsin” diyorsun.

Hiç sokak ortasında acı çeken bir insan gördünüz mü? Ben gördüm. Acı çeken bir insana baktığınızda hissedilen şeyi, insan kendisine pek izah edemez. Eğer olur da siz de görürseniz hissedersiniz, ama izah edemezsiniz.

Bir keresinde mahallede top oynarken acı bir fren sesi, ardından da gürültü duydum. Caddeye koştuğumda motosiklet ile araba çarpışmıştı. Kazaya çocuk ve meraklı gözlerimle iyice yaklaştığımda, arabanın jantı ile tekeri arasında motosiklet sürücüsünün kafasından bir parça sıkıştığını gördüm. Ama sürücü kıpırdayabiliyordu. O an hissettiğim şeyi hâlâ hissederim. Dinlediklerimiz ve izlediklerimizden bir kesitti sanki. “Böyle şeyler haberlerde ve filmlerde olur” diyor, kımıldayamıyordum. Ama bir yandan da gözlerimi ayıramıyordum. Gördüklerimiz ve dinlediklerimizin gerçekle bağlantısını kurduğum andı o an. Ve o gerçeğin karşısında hem hiçbir şey yapamıyor, hem de tabiri caizse içimde oluşan olumsuz, leş bir haz yahut histen dolayı oradan ayrılamıyordum.

Bu da, yani acı çeken bir insanı o pis hazla seyretmek de bi’nevi hayata bakış biçimidir aslında. İnsanoğlu böyledir. Paramparça olmuş cesetlerin haberini izlerken salatanın suyuna ekmek banar. Bazı insanoğlu çiğ süt emdiği gibi bazı insanoğlu da bok da yemiştir. “Bu değilse ne, bu değilse ne, bu da mı değil nefesimizi kesecek olay” diye bekler dururuz.

Ve şu dünyada en büyük zulüm; insanın, insanlıktan umudunu kestirtmektir.

Tatar Ramazan filminde, Ramazan bir sebepten sinirlenir, koğuş ağası Koca Mustafa’ya tokadı koyar. Koca Mustafa’nın yancısı Cıbıl Halil de elindeki tavayı kaldırır ve Ramazan’a “ulaaan yettiii” diye bağırır. Tatar Ramazan, Cıbıl Halil’e “taş kesil ulan” diye karşılık verince, Cıbıl Halil put gibi kalır.

Cıbıl Halil de benim hayata bakış biçimimdir. “Ulaaann yetttiii” diye bir kalkarsın sonra put gibi hiçbir şey yapamadan öfkeni yutar kalırsın.

Diğer filmde Tatar Ramazan, Abdurrahman Çavuş’a saplar bıçağı. Hırsıza, uğursuza, zulmedene, garibana zulmedilirken susana, olayları duymayan idareciye ve envai çeşit puştluğa göz yuman gardiyanlara kanlı “pıçağı” sallar ve bağırır; “Nasıl da adam oldunuz pıçak meydana çıkınca. Rezil, pezevenkler”

Bu hayata bakış biçimi değil, bir duruş biçimidir.

“Burada vurulacak biri vardı, onu da ben vurdum” diyordu Ramazan. Burada vurulacak çok kişi var ama;

ama’sı yok.