İçeriğe geç

Psişik Mevzular 38, ” Tehlikeli Zamanlar “

[pro-player type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=bRddO-Z5luo[/pro-player]

Bana çiçek gönderme
Bir kuş ağacı gönder
Dallarında gezinsin
Kül rengi güvercinler
Konsunlar yastığıma
Uyutmak için beni
Sırtlarında kuş tüyü
Gagalarında ninni

Ülkü Tamer

Uykuyla Arası Açılan Adamın Kendisine Serzenişidir;

Şahane ahkam kesiyorsun. Öyle ki kestiğin her ahkam; faiz oranlarını tavana, borsayı tabana iteliyor. Tahrip gücü yüksek parça tesirli ahkamlar… Fakat uyuyabiliyor musun? Uyuyamıyorsun. Hava sıcaklığı ne olursa olsun yorgansız uyuyamıyorsun. Ayağın çoraplıysa da uyuyamıyorsun, oda kapısı açıksa da. Ortam çok sessizse uyuyamıyorsun. Ortam çok gürültülüyse de uyuyamıyorsun… Efendine söyle; ayakların içten içten yanıyorsa da uyuyamıyorsun, dıştan dışa donuyorsa da. Hasılı; yazacaksan uyuyamıyorsun, okuyacaksan uyuyamıyorsun, seçim geceleri uyuyamıyorsun, düşünüyorsan uyuyamıyorsun, kaçta uyanacağın belliyse asla uyuyamıyorsun, uyuyanlar aklına gelirse uyuyamıyorsun. Bazen saydığın bütün bu koşullar sağlanmış olsa bile yine de uyuyamıyorsun. Çünkü, bazen uyuyamıyorsun. Eylem olarak uyuma hakkındaki düşüncelerini: ” Geçici olarak kalıbı dinlendirip yarın diye adlandırılan güne başlayabilmek değil; yarın diye yutturulan düne uyanmaktır bazı zamanlarda.” şeklinde ifade ediyorsun. Evet bu ahkamı, gözünün altında yuvalanan patlıcanlara hiç aldırış etmeden kesebiliyorsun. Zihninin kontrol edemediğin bi’departmanı sürekli çalışıyor, bunu sürekli dağılan dikkatinden biliyorsun. Ama kontrol edemiyorsun işte. Hafıza diyorlar buna. Hafıza denen mekanizmayı sürekli kendine şikayet ediyor, onu pistonları paslanmış kantara benzetiyor ve bu kantarının aralıksız çalıştığını vehmediyorsun. Sana göre hafıza, hatıraları taşımaktan başka işe de yaramıyor zaten. Ve yine sana göre hatıraların özgül ağırlığı, yapılmış önemli hatalardan ve henüz yapılmamış irili ufaklı hatalardan oluşuyor. Bazen hadiseleri yaşandığı yerde bırakmıyor, ait olduğu zamandan koparıp şimdiye taşıyorsun. Deyim yerindeyse, piç edip bırakıyorsun. Bazen de haddinden fazla abartıyorsun bunu; büyütüyor, genişletiyor ve altında kalıyorsun. Yahut her şey boyutunu koruyor da sen ufalıp, küçülüyorsun ve yine altında kalan sen oluyorsun. İki ucu boklu değnek bu olsa gerek; tam ortasından tutmak lazım diyorsun. Fakat bi’türlü beceremiyorsun. Pratik bi’yöntemi varsa da sen bilmiyorsun. Hataların ağırlaştırdığı hatıralar, kan ter içindeki hafıza, tutmayan (yahut hiç gelmeyen) uyku ile poker oynamaktan başka bi’çıkar yolun bulunmadığını görüyorsun. Üstelik masaya ne zaman otursan donuna kadar ütüldüğünün de bilincindesin. Kaçınılmaz dönüyorsun kürkçü dükkanına her zamanki gibi, tıpış tıpış, dımdızlak. Düşünüyorsun… Demek düşünüyorsun… O halde sen, yine uyuyamıyorsun. Yapacak hiçbi’şey kalmadığında ne yapıyorsan onu yapıyorsun; çoraplarını giyiyorsun. Ama gerçekten şahane çorap giyiyorsun.

,

Gasteci: Farklı görünüşünüzü eleştirenler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Lady Gaga: Gülüyorum onlara, hepsi birbirine benziyor!

Ben: Hay gagasını öptüğümün Lady’si, ne güzel dedin öyle!

Lady Gaga: Mersi canım.

                                               

Kendiyle Arası Açılan Adamın Serencamıdır;

İlk çocukluk günlerinden kartlaşmaya başladığın şu günlere dek; gerek hısım akraba, gerek yakın ve gerek uzak arkadaş çevren tarafından bilinçli yahut bilinçsiz şekilde hep birilerine benzetildin. Davranışlarına bakarak kimin iyi, kimin kötü niyetli olduğunu anlaman zordu, zaten sen de anlayamadın. Müspet manada bile olsa herhangi bi’benzetilmenin sinirlerini fena halde gerdiğini, kimseye benzemediğini hatta kendinle dahi en ufak benzerliğinin bulunmadığını çok iyi biliyordun; fakat bi’tek sen biliyordun. Onların gözünde sen, hep arka sıraların öğrencisiydin. Bu yüzden pek duyulmadı sesin. Zaman zaman duyurabildiğin anlarda oldu elbet. O zamanda -bu çocuk kime benzedi böyle bilmem ki- bıdırdanlanmalarıyla karşılaştın ki düşman başına. Taktiğin yok, kondisyonun yok denecek kadar azdı. Sakatlığın, bu günlerden armağan senin.

Doğalı yarım saat bile olmamış; eciş bücüş suratlı bi’bebeğin, annesine mi yoksa babasına mı benzediği hususunda yapılan yorumları duyunca senin de kan beynine sıçradı! Senin de çocukluğun; aile içi çekişmelere, çekememezliklere, husumetlere yahut; özenmelere, övünmelere ve dahi öykünmelere meze edildi. Kim kime kızdıysa kızılana benzemekle suçlandın. Yahut kim kimi sevindirdiyse sevindirene  benzetilmekle g*tün kaldırıldı. Ama asıl mesele bu değildi. Hiç olmamıştı. Sadece geç kalmana sebep oldukları için kızıyordun onlara. Çünkü geç kalmak senin şartlarındaki biri için; benziyorsam bile mutlaka kendime benziyorum diyebildiğinde 23, hayır hayır kimseye benzemiyorum diyebildiğinde 25, benzetilmenin her türlüsünü reddedip bizzat kendimim lan demeye başladığında 27’den gün almak demekti. Dünya hayatının kısa (fakat geniş) süreceğini hisseden senin için bu hastalıklı gelişim süreci; hayata geç kalmışlığının akla yatan tek sebebiydi. Ayrıca bu durum, dünyaya karşı ciddi bi’uyumsuzluk problemini de beraberinde getirdi.

En sonunda kendin kendine şöyle dedin:

Eteğindeki taşları yavaşça yere bırak ve yüzünü kendine çevir. – fi’li geniş zaman kipiyle çekimlediğin geç kalmışlığını erken kutlamak sebebiyle tutkulusun. Ne yapacağını bilememe hakkına sahipsin, zira kendiyle arası açılan bi’adamsın artık.

T.s.k,