İçeriğe geç

Psişik Mevzular 28 ” Geliştirilmiş SaçmaSapan Tutarsızlıklar Teorisi “

Yemek sonrası,

“ Çay var mı? ” diye soruyorum garsona…

“ Var abi. “ diyor

“ Sigaraya yetiştir dostum, çok önemli…” diyorum..

“ Tamam, abi, merak etme! “
….

Sigarayı yakıyorum aynı anda çayım geliyor. Birden garsonu çok sevdiğimi fark ediyorum. Lokantanın, kıytırık ve titrek iskemlesinde çay-sigaranın verdiği eşsiz keyfin tadını çıkarıyorum; sigaradan iki uzun nefes çekiyorum, çaydan kısa bi’yudum. Tadını çıkarttığım zamanları hep uzatmak istiyorum sonsuza kadar…

Ama olmaz ki, fakat uzamaz ki. Saçma sapan şeyler geçer hep aklımdan böyle zamanlarda…
Bir zamanlar vatan, millet ve devletin kurtarılmayı bekleyen kanadı kırık kuş yavrusu misali bizlerin yardımına ihtiyaç duyduğunu düşünür kafamı bu meselelere ipoteklerdim. Öyleydi yani bi’zamanlar. Şimdilerde ise saçma sapan şeyler kafama haciz kararı çıkartıyor.

Misal şimdi, insan saçlarının neden beyazladığını düşünüyorum. ( Önceleri böyle bi’şeyi düşünmeye vakit ayırmanın zinhar günah olduğunu düşünürdüm.) Bi’yandan da içimde anlamsız bi’his dağdağası kıpraşıp duruyor. Kıpraşmanın sebepsiz olmadığını anlıyorum. Kafamı kaldırıyorum ve 3 adım sonra önümden geçecek hatun kişinin gözünü gözüme sabitliyorum. Gayriihtiyarî gülüyor, dünden hazırladığım gülüşümle mukabelede bulunuyorum, kafamı sallayarak. Daha fazla dayanamıyorum ve önümden geçişini izleyen 9. adımın sonunda yanında buluyorum kendimi.

Sıcak bi’ “Merhaba !” diyorum.

Kafasını dahi çevirmeden dünyada yapılan en önemli iş yürümektir dercesine kaldırım taşlarını arşınlamaya devam ediyor. “Her şey sıcak bi’merhabayla başlar…” diyen arkadaşımın taktiklerinin işe yaramadığını görüyorum. En kısa yol bildiğin yoldur diyor ve kendi yöntemlerimi kullanıyorum. Açılan aramızı ( mesafe olarak yani ) büyük ve hızlı adımlar atarak kapatıyorum.

“ Seni bi’çay içmeye ikna edebilir miyim?” diyorum. Yüzü çengel bulmacaya dönüyor, soru biraz karışık görünüyor herhalde…

“Nasıl yani? “ diyor

“İki dakikacık yeter.” diyorum.

“Ne için?” diyor.

“Çay için, ikna için” diyorum. Dudakları büzüşüyor, hatlar karışıyor, saçları elektrikleniyor. Allah’ım elektriklenmiş saç bile yakışıyor. Telden tele çarpılıp şifa bulmak istiyorum saçlarında…

Boş bulunup “Nerde?” diyor.

“Bilmem, düşünmem lazım diyorum ama önce halletmem gereken önemli bir iş’var.” diyorum.

“ Git başımdan Allah’ın krosu” diyor. Dalga geçtiğimi sanıyor. Yanlış anlıyor. Yanlış bile olsa anlamasını sevindirici buluyorum…

“N’oldu ki şimdi” diyorum.

“Daha ne olsun hem çay içmeyi teklif ediyorsun, hem nerde içeceğimizi düşünmem lazım diyorsun.”

“Tamam, ama daha ikna etmedim ki seni.” diyorum. Her şeyi yavaş yavaş anlayanlara özgü şaşkınlıkla ” doğru ” diyor. “ doğru ” kelimesindeki harfleri uzatarak ve şakır şakır gülüyor. Tanrım, gülünce karanfillerin bile gözleri kamaşıyor… Dünyadaki bütün karanfilleri karantinaya alıp sadece ona itaat etmeleri için eğitebileceğimi düşünüyorum…

“Başladı mı?” diyorum.

“Ne başladı mı? “diyor. Hala şokta. Uzatma diyorum mavrayı kendi kendime uzatma ki saadetine engel olup da aptallığına yanma sonra…

“İki dakika.” Diyorum. “ İkna için iki dakika yeter demiştim ya hani.”

Haaa- lıyor lakin hanzo gibi değil, narin bi’kuğu gibi.

“ Evet, başladı” diyor ama hala yürüyor.

“Duralım mı?” diyorum. Duruyoruz. Konuşmamı bekliyor. Konuşmuyorum. Bütün niyetimi belli eden gözlerimle, gözlerine bakmakla kullanıyorum iki dakikalık ikna süremi. İncelik abidesi hareketime ikna olarak karşılık veriyor. Veriyoruz el ele ( şaka şaka ) ve çayının iyi olup olmadığı konusunda hiçbi’fikrimin olmadığı herhangi bi’kafede! çay içiyoruz. Halbuki çay önemlidir. Kötü çayın bi’çuval inciri berbat etme hususunda üstüne yoktur, tecrübeyle sabit…

“Çok güzelsin.” diyorum. Önce kikirdiyor, sonra “Seni tanımam lazım.” diyerek karşılıyor beklenen servisimi…

“Tamam, olabilir beni tanımanda hiçbir mahsur yok” diyorum hem zamanlı tebessümleşiyoruz. Havadan sudan biraz daha laflıyoruz. Kalkacağımıza yakın davranıyorum kaleme ve temayüller gereği cebimden çıkardığım kâğıt parçasına beni en iyi tanıtacak şeyimi -11 haneli numaramı- yazıp veriyorum eline. Kâğıdın üstüne rakamlar sıralamaya başladığımı görünce sevinir gibi oluyor ve kâğıdı defterinin arasına sıkıştırıyorum. Öğrenci galiba.

“Öğrenecek ne çok şeyin var daha bebeğim.” diyorum fısıldayarak, duymuyor, duysun istiyorum ama duymuyor…

“Tamam” diyor “ararım ben seni”

“İnşallah! ” diyorum

Gülerek “ İnşallah… Niye? ” diye soruyor…

“ Yok, bi’şey. Bekliyorum o zaman, çok bekletmezsin değil mi? diyorum

“Yok yok. En müsait zamanda ararım” diyor

Belli etmeden içten içe gülüyorum diğer taraftan her yönüyle dehşet-ül âlâ bu dilberi sırf haytalığım yüzünden kaybedecek olmanın acımtırak yumrusunu hissediyorum diyaframımın sağ çaprazında. Kalkıyor, kibarca artık gitmesi gerektiğini söylüyor ve

“ İyi birine benziyorsun ama bakacağız, bi’de şu bıyıkları kessen çok yaşlı gösteriyor zira” diyor… Zira deyince aklıma Ziraat Bankası geliyor bi’de buğday ağacına (!) benzeyen logosu ( konuyla alakası yok fakat bilseniz bi’şey kaybetmezsiniz.)

“ Bunun için beni ikna etmen lazım.” diyorum

Gülüyor. Çok tatlı gülüyor. Ahırlarından yemyeşil çayırlara salınan otçulların şuursuz sevinci doluyor içime… “Allah’ım aklıma mukayyet ol” diyorum zira aklım o sırada izin kâğıdı dolduruyor kaçmak için kafatasımdan.

“ Bi’şey mi dedin?”

“Yok, demedim. Aradığın zamana saklıyorum yoksa çok şey var söylenecek” diyorum. Sonra atadan centilmenler gibi ayağa kalkıyorum tespih tuttuğum elimle tokalaşıyoruz. Tespihi görünce limon yemiş bebekler gibi ekşiyor suratı… Salaklaştırılan yüz bile güzelliğini eksiltmiyor. Bayılacak uygun bir yer arıyorum.

Giderayak “ Bu ne?” diyor

“Tespiiih” diyorum tegafülle karışık “ Ama uyduruk bi’şey!”

“ Bu konuyu da ayrıca konuşmamız gerekiyor galiba.” diyor…

“ İkna olmam lazım” diyorum… Allah’ım yine gülüyor… Çevik kuvvet bu yasadışı gülüşe müdahale etmeli yoksa tek başıma ülkeyi kaosa sürükleyebilirim, o güç var oluyor yani. Hoşça kallaşıyoruz… O hoş kalıyor, ben çakallaşıyorum. Gidiyor ve aramıyor. Arayamıyor daha doğrusu. Sol kulağımda gülbank çekiyor mehteran… Kâğıdın üzerine yazdığım numaranın cep telefonu numaram değil de T.C vatandaşlık numaram olduğunu fark ettiğini hissediyorum.

Gel zaman, git saman oluyor… Ve ben bilerek yaptığım aptallığın çabuk geçecek yasını tesadüfen aynı lokantada yemek yerken tutuyorum.

Yemek sonrası…

“ Çay var mı? ” diye soruyorum garsona…

“ Var abi. “ diyor

“ Sigaraya yetiştir dostum, çok önemli…” diyorum…

“ Tamam abi, merak etme! “

Sigarayı yakıyorum aynı anda çayım geliyor. Birden bu garsonu harbiden çok sevdiğimi fark ediyorum. Lokantanın, kıytırık ve titrek iskemlesinde çay-sigaranın verdiği eşsiz keyfin tadını çıkarıyorum; sigaradan iki uzun nefes çekiyorum, çaydan kısa bi’yudum. Tadını çıkarttığım zamanları hep uzatmak istiyorum sonsuza kadar. Ama olmaz ki, fakat uzamaz ki. Saçma sapan şeyler geçer hep aklımdan böyle zamanlarda… Misal şimdi; Kişiliğimizi, özelliklerimizi, yeteneklerimizi, sevdiklerimizi ve sevmediklerimizi hiçe sayarak düzen, nizam ve sıralandırma adı altında şahsımıza yapılan en aşağılık hakaretin numaralandırma olayı olduğunu düşünüyorum. Yetmiyor mevzu’u detaylandırarak; ülkenin genelinde, okulda, bankada, işte… İşte aklınıza gelebilecek her yerde, beni ben yapan ne varsa bir boka yaramadığını, numaram kadar adam olduğumu, öyle veya böyle bir şekilde hizaya getirildiğimi, bir avuç numarayla oradan oraya, sıradan sıraya koştururken sıradanlaştırıldığımı dipnot olarak düşüyorum saçmalığımın köşesine… Sinirleniyorum… Sinirlenirken numaralarla numara çektiğim hatun geliyor aklıma önce üzülüyor sonra numaralarla numara çekmenin aptal ve haklı gururunu yaşıyorum. Numaralarla başladığım saçma sapan tefekkürümü haklılıkla soslanmış aptal gururumla geliştiriyor ve buna “Geliştirilmiş Saçmasapan Tutarsızlıklar Teorisi” adını veriyorum. Bununla da yetinmiyor, insanlığa faydasız bu teorinin teorisyeni olarak nobelmiş, oskarmış, altın portakalmış, guinnes rekorlar kitabıymış, kral tv video müzik ödülleriymiş ne bileyim işte; herhangi bi’ödüle aday gösterilmediğim takdirde, beni tanıyan tanımayan bütün otoritelere (!) sonsuza dek küseceğimi bildirmek istiyorum!

Bu kadar… Gidiyorum, gelmek üzere…

T.s.k,

[pro-player width=’420′ height=’315′ type=’video’]http://www.youtube.com/watch?v=zbZ9uCQW1Hk[/pro-player]