İçeriğe geç

Düzen

 

Başım dönüyor. Evet, önünde yürüdüğüm adamı takip etmeye başladığım andan beri başım dönüyor. Buradan kaçıncı geçişimiz bilmiyorum, yirmi altıncıdan sonra saymayı bırakmıştım.

Kutlu(!) takibe yeni başladığım zamanlar hakikaten bir yere gittiğimizi düşünüyordum.  Uzun bir süre öyle olduğunu umut ettim ama artık tamamen eminim. Bu adamın bir varış noktası yok.

Yürüyoruz. Ben önde o arkada, şehirde girip çıkmadığımız sokak kalmadı. Şehir de öyle ufaklarından değil, epey var. Önceleri güzel de gelirdi, “geziyoruz” diye içimden geçirirdim. Sarı binalar, kahverengi su, kırmızı gökyüzü… Arkamı döndüğüm anda bir saniyeden çok az bir süre önce baktığım yere bakabilme kabiliyetinde bir adam… İlerleme vaadi var bir yandan da, iyilerden olma vaadi…

Sıkıldım. Bir süre sonra her insan evladı gibi “yetmez mi bu kadar” düşüncesine kapıldım. O sıralarda “Sonuna kadar gideceksin” öğüdü aklıma  geldi. Sanki öğütten de hallice bir şeydi. Şimdilerde buna mahalle baskısı deniliyor olabilir. Yaptığı çağrışım kadar tehditkâr bir şey değildi. Ya da öyleydi de ben küçüktüm, anlayamadım. Başka bir ihtimal yokmuş gibi gelirdi: “Daha başka ne olabilir ki, tabii ki sonuna kadar devam edeceğim.”

İlerledim. Arkamdaki ses “Daha geldiğimiz yol ne ki” dedi. Katıldım ona. Herkesin söylediğini söylüyordu. “Herkes söylüyorsa, söylenmesi gereken bir şeydir.”

Adamın teşvik edici de bir yanı da var, söylemeden geçemeyeceğim. Yorulunca, duraksayınca arkama bakmama kalmadan o da frene basar. Suyuma gider yani. Fazla bunaltmaz, uzaktan takip ettirir kendisini. Sıkılınca uzaklaşır, epey uzaktadır ama orda olduğunun farkındayımdır. Heveslenince soluğu ensemdedir. Ama ben neden sıkıldığımı ve neye heveslendiğimi hiç hatırlamıyorum.

Bunaldım. Bazen olur bu. Bazen köprüden geçerken yüz seksen derece dönüp adamın üstüne atılmak istediğim doğrudur. Yakınlarda da oldu bir kere. Değişik bir his. Adamı düşünüyorum o anlarda, “Bu adam olmasaydı ne yapacaktım?” diye soruyorum. Cevap yok. Çok başlarından beri bu adamın önündeyim affedersiniz peşindeyim. Daha önce ne yapardım, hatırlamıyorum. Galiba yürümeyi öğrendim öncesinde, belki bir de soru sormayı. Başka bir şey yok.

“Bitecek mi?” Sorabileceğim hiç kimse yok. İzleniyorum, “İyi gidiyorsun.” diyorlar. Sorularım çok birikti aslında. Adamın hiç konuştuğu yok. Zaten böyle bir şeyi aklımdan geçirdiğim anda yine uzaklaşıyor. Kendisini yavaşlatarak ya da beni hızlandırarak yapabilir bunu. Takibin bir yerlerinde böyle bir kural öğrenmiştim. Bakın işe yaradı!

Nankörlük mü yapıyorum? Zannetmem. En azından başka bir yol görmüş-duymuş-tecrübe etmiş olmalıyım ki bu bir nankörlük olsun. Dışarıda neler olup bittiğini bilmiyorum. Bilsem belki imrenirdim, belki nankörlük de yapardım. Hatta belki dışarısı da bizim sistemle işliyordur, başka bir yol yoktur herkesin de dediği gibi. Merak işte…

Neyse, şimdi merak etmenin sırası değil. Sağdaki sokaktan mı girecektik?