İçeriğe geç

“Hadi Oradan Yazar Müsveddesi” Temalı Yazı

Senin tuzun kuru tabi… Buldun gariban Oğuz Atalay’ı, üslûbundan başlarsın giydirmeye, gidersin Allah ne verdiyse… Canın sağolsun… Sana diyorum sana, bakma sağına soluna…

Adam gelmiş, “kardeş” demiş, “koskoca trende biraz adam toplayalım da, inecek var diyelim”, satırların sahibi de hıyar görünce tuzu alıp koşar cinslerden, toplaşmadan niyetlenmiş “inecek var!” diye bağırmaya. Bakmayın siz, burada yazanların hepsi de tuzu kapıp koşanlardan, bana laf edemezler “sen nasıl bizim hakkımızda böyle konuşursun” diye.

Bu konuya girmek değildi niyetim. Ha, şöyle bir içimi döküp gidecektim, bilirsiniz, iç dökerken olur olmadık konulara girersin, arada dedikodu kök salar, girdiğin yerden de çıkamazsın ya, hesap o hesap. Bizimkisi de öyle oldu biraz. Bir yerden girdik, bakalım nereden çıkamayacağız.

Şimdi; “yahu hadi her şeyi geçtim, ilkokul bilgisi ile yazsan bile bir giriş, gelişme, sonuç olur, ne yazdığın şey belli, ne de anlatmaya çalıştığın şey” dersen de, vallahi hak veririm. Ben dünyaya giriş yapmış da gelişmesini tamamlayamamışlardanım, o sebepten sonuçlandırma kısmının ne olduğu hakkında da bir fikrim yok. Zaten oldum olası yazıların nasıl sonlandırıldığını anlamam, şöyle bol dipnotlu (makale derler namına da okuyucusu hiç olmaz neredeyse) bir şeyler karaladığımda yazıyı bitirirken bir sonuca varamam hiç. Ya “bitirirken” derim o kısma yahut da “son niyetine” deyip, okuyucunun bitsin artık isyanına kulak veririm. (O okuyucu da eğer varsa)

“Okuyucu olmadığını da taktın kafaya, nereden çıkarıyorsun olmadığını?” diye de sorabilirsin. Hemen böbürlenme ters köşeye yatırdım diye, ona da cevabım var. “Ulan nasıl iktisatçısın, bir iktisat yazısı yaz da okuyalım” diye eleştiren birisinin, o anda elinin altında bulunan dergide iki sayfası kaynakçadan oluşan onlarca sayfalık bir iktisat yazısının müellifi olarak eleştiri yediğimden, “yazarız usta, daha hamız” derim hep böyle diyenlere… “Yazmadığımı nereden çıkardın, şu elinin altındaki dergi masanın biblosu mu?” desen “vay efendim bu ne kibir”den girilir, adam olmadığımızdan çıkılırdı zaten. Ondan susarım çok zaman, bakmayın susarım dediğime de, genelde çok konuşurum ben.

Bir ara günlük falan da tutmuştum, o da mundar oldu. Bizim millet sanat katilidir biraz. Bizim oralar öyledir en azından. Saz çalmaya niyet dahi edemezsin, “düğün çalgıcısı mı olacaksın lan, Çingan Menderes’e git de öğren” derler genelde. (Bu Çingan, bizim oranın düğün çalgıcılarının hemen hemen hepsinin lakabıdır. Yanlış anlaşılmasın.) Günlük işi de bu sanat kısmındaydı benim için. O günlüğü tutabilseydim, saçma sapan şeyler yayınlayanlardan geri kalmayacak malzemeye sahip olurdum illa.

Çocukluk işte, bir kızı seviyoruz güya, ha babam yazmışız günlüğe… Okuldayken annem karıştırmış, okumuş bir güzel, bütün sülalenin dilinde… Ulan, yazar mıyım ondan sonra günlük, yaz babam kafaya o vakitten sonra, nasılsa beyin bedava…

İnsanın ar perdesinin yırtıldığı an mı var acep yoksa benim ar perdem mi aralandı biraz onu da tam bilmiyorum, kendi kendime “ulan Oğuz dedim, al sana günlük. Sadece annen okumasın, herkes okusun madem.”

Geçen gün birisi dedi, “oğlum geç vakit yayınlıyorsun, arada kaynıyor.” Bir şey demedim ona, hâlbuki günlük sabahın köründe, güneşin tam tepede olduğu zaman yazılmaz. Gece melankolisini tek başına yaşayıp bir de kendi kendine geceleri konuşma hastasıysan, hadi kibir de yapayım, gece düşünüyorsan en olmadık şeyleri (düşünen kaldı mı ya dünyada) yazı işini de gece yaparsın tabi.

Neyse lafı uzatmayayım, uykum geldi benim. İstersen bu yazıyı okuduktan sonra şöyle içten bir küfür savurabilirsin vaktini heba ettiğim için. Ben alışkınım. İşlerine gelmediği zaman çoğu insan, benden başka birisine bahsederken “siktir et Oğuz’u” derler, gocunmuyorum ondan. Amma fazla abartıp, çınlatma kulağımı, öbür tarafı da var bak bu işin. Söz, küfür meselesine devam edeceğim bir ara.

Ha bir de unutmadan, ellerini oğuşturup, “bunları ilerde önüne koyarım, ne mal olduğunu dünya alem görür” diye de düşünme, eskiye göre gömlek değiştirmek de çok kolay, “ben o gömleği çıkaralı çok oldu” der geçerim. Söz uçar, yazı kalır derler ya külliyen yalan… En kötüsü dilim sürçmüş derim, yahu bir şey demesem de olur, okuduğun üniversiteyi ben yaptım desem inandırırım zaten. Ayasofya’nın mimarı benim ya, hadi olmadığımı ispatla… Bu son dokundurmanın sahipleri de yazıyı okurlarsa tıpış tıpış özel sektöre düşecek yolumuz zaten.

Neyse efendim, sürçtüyse kalemimiz, affola…