Olmamalıdır!
Hem Tuncay hem de Asaf ilk bir kaç gün ne olup bittiğini pek anlamasalar da ve kimseye dertlerini anlatamasalar da durum yeterince açıktır. İş başa düşmüştür (Unutkanlar için tekrar edecek olursak, dev göktaşının avrupaya çarpmak için Çocuk bayramını bulması iki tane ufarakçanın başına bela olmuştu). Yapılacak bir şey yoktur. Kendi aralarında oturur ve durumu görüşürler. Sıkıntılar insanı çabuk olgunlaştırır. Bir günde saçları beyazlayan Cüneyt Arkın filmlerini biliriz hepimiz. Onlar da artık kolları sıvamanın vaktinin geldiğini anlarlar.
Bu olgunluğun arkasında yüzyıllar boyu çocuklarını devlet geleneği ile büyüten, onlara hayatlarının ilk adımlarında padişah hayatları okutan ailesinin ve devletin kurucusunun hayat izlerini adeta yaşatan öğretmenlerinin payı yadsınamaz.
İlk günlerde herşey iyi bir şekilde gitmektedir. Her ikisi de panik anının uyumu içinde elinden geleni yapmakta, bakanlar ile ve diğer bürokratlar ile istişareler sonucu devlet yönetiminin inceliklerine vakıf olmakta ve aynı zamanda da çeşitli hamleler yapmaktadırlar.
Tuncay futbol hayatına ilkokul ile birlikte başladığında her çocuk gibi forvete yerleşmeye gayret etmiştir. Fakat yıllarını bu büyüye adamış yaşlı kurt onun asıl bulunması gereken yerin ortasahanın ortası olduğunu ilk antrenmanda anlamıştır. Futbol sahasında Tuncay takımın beyni olur. Asaf için hatırladığı ilk oyuncağı marangoz olan amcasının onun için çam ağacından yonttuğu satranç tahtasıdır. Yaşı küçük olsa da zekası ve tecrübesi sayesinde kendisine has açılışlar dener. En sonunda oyun tarzını, piyonları karşılıklı değişmek suretiyle diğer taşlarına alan açmak üzerine kurmuştur. Bu yüzden Fransız açılışı onun için biçilmiş kaftandır.
Her ne kadar olgunlaşsalar da bu bir Türk filmi olmadığından hala çocuk yaşta ve çocuk gözlerle dünyaya bakarlar. Bu yüzden içinde bulundukları durumu kontrol etmenin en kolay yolu oyun oynamaktır. Evet koskoca bir ülkenin geleceğini şekillendirmek için yapmaları gereken ve de yapabilecekleri tek şey oyun oynamaktır. En iyi bildikleri oyunları!
30 Nisan 2022
Yanmış ve yıkılmış Avrupa kendisine bir çıkış yolu aramakta ve bu arayış onları Türkiye ile bir savaşın eşiğine getirir. Kaostan en az etkilenen topraklar Avrupaya tutunmuş yarımadadır. 2019’da Balkanların bir kısmının, Suriye’nin ve hatta İran’ın kuzeyinin ilhak ettiği yeni Türkiye daha büyümüş ve sıkıntılı süreçlerden daha kolay geçme lüksüne kavuşmuştur. Bu olay yaşanmadan önce, son bir kaç yıl içinde ilk defa bu memlekette insanlar yarın acaba nasıl bir tuhaflık olacak düşüncesinden kurtulmuşlardı. Fakat talihsizlikler yine döner dolaşır bu kavruk yüzleri, çatlamış elleriyle gariban insanları bulur.
Avrupa’da açılan ve üç tane ülkenin ortadan kaybolmasına neden olan dev çukurun izleri silinene kadar bölge insanlarının başka bir yere yerleşmesi kaçınılmaz olur. Aslında Birleşmiş Milletler olağanüstü toplantılar ile ülke vatandaşlarına Afrika’da yaşanacak bir bölge göstermişlerdir. Ulaşımları ve konaklamaları yine BM tarafından karşılanacaktır. Fakat yıllarca yamyam olarak gördükleri insanların komşuları olma düşüncesi hiç de sıcak karşılanmaz kıta avrupasında.
Evlerine en yakın ve yaşanası tek bir alternatif kalmıştır: Balkanlar. 100 yıl önce yuvadan uçan ve kendiliğinden tekrar yuvaya konan Balkan toprakları yine bir ayrılığın eşiğine gelmiştir. “Balkanları verin başka bir yer istemiyoruz” sözleri Anadolu insanının bilinçaltında bir yerlerde kendisine yer bulur. Yüzyıl önce dedelerinden aktarılan miras bu durumun hiç de öyle basit olmadığını söylemektedir. Fakat yaşanan sorunlar, günün getirdikleri bu sefer açıkça
şunu göstermektedir ki: “Batı bu sefer samimidir.”
Özetlemek gerekirse durum şundan ibarettir:
Ya Srebrenisalı kasap Yusuf amcaya “Amca siz nasılsa alışkınsınız yerinizi yurdunuzu terketmeye…” denilecek, Mostar semt pazarında Türkçe tekrar unutulacaktır.
Ya da bir balkan şehri için Tebriz Ulu Camii’nde huzurla eda edilecek Cuma namazlarından vazgeçilecek, Kerkük’teki manav Hüseyin amca tehlikeye atılacaktır.