İçeriğe geç

Psişik Mevzular 42, ” Ben Virgül Bu da Sevgilim Sokak “

ABD’de kolej kampüslerinin açık pencerelerinden, “ Em, dedim sana, em onu! –üflemek sadece içindekini dışa vurmaktır! “ sesi duyulur.

“ Belki kötü bi’haber verildi. Belki bi’haber kötü verildi.” dese de İsmet Özel, kötü haberin kötü verilişiydi yaşadığı o gece. Oysa kötü, kötünün kötüsüyle kıyaslandığında normale dönerdi. Dönemedi; aksine son derece gergindi. Sanki bi’yerlerde birilerinin başladığı geri sayım henüz bitmemişti. Hissedilen geri sayım hatrı sayılır gerilim yaratır. Gergindi, geceydi, yürüyordu ve içini ve dışını aydınlatacak bi’ışığa ihtiyaç duyuyordu. Dışının ihtiyaç duyduğu ışığı O temin etti yine O’na. (kim bilir, belki de içinin ihtiyaç duyduğu ışığı yine O temin edecekti) Durdu ve adeta silah gibi çıkarttı zırva defterine…

“Kendini noktalama işaretlerinden birine benzetecek olsa, şüphesiz virgül olurdu bu. Hiç bi’şeyin başında ve sonunda yer alacak kadar şanslı olamadı çünkü. Hep ortada kaldı; hep oraya yakıştı yahut yakıştırıldı. Virgül gibi… Kimse törpülemedi de O’nun nokta olmasını engelleyen ince eğriliğini. Öyle arada kaldı, öyle kambur, öyle önemsiz, ” yazdı. Neden sonra, ellerini eşit şekilde dağıtıp ceplerine; yürüdüğünü unutana kadar yürüdü,”  yazdı.

Nankörlüktü ettiği. Çünkü Sokak O’nu hep önemsedi.

Tanışıklıkları eskiye dayanırdı. Her yanı ve yönüyle trajikomik bi’hal almaya başlayan yetişkinlik( kaybetmenin alışkanlık halini aldığı dönemler) dönemlerini de bi’tek O sabırla seyretti; kâh haylazlıkla kâh bencillikle; çoğu zaman ise abartıya kaçan şımarıklıklarla doldurduğu çocukluk hallerini de bi’tek O anlayışla karşıladı. Belki de O bunu hak edenlerden değildi ama O, O’nunla hep ilgilendi. Hiç burun kıvırmadı O’na, hiç yüz çevirmedi. O’nu boş sözlerle oyalamadı. Bi’rüya sessizliğini hep korudu ama daima konuştu O’nunla. O hiç anlatmadığı halde anladı O’nu. En önemlisi de ne zaman kendini gerçeğin ve zamanın dışına atılmış gibi hissetse O’na ilk kucak açan O oldu. İnkâr edemezdi, O’na karşı hep cömert ve hoşgörülüydü. Şefkat duygusu tüketilmemiş anne gibi,

Acının çekilecek bi’duygu değil, düşürülmesi gereken bi’kale olduğunu bildirmedi mi kulaklarını kırılacak malzeme hale getiren soğukluktaki rüzgârla. Sahibi olduğu tek mezarın başında put gibi durduğunda O’na talihinin bi’taraftan gülen ve bi’taraftan ağlayan yüzüne karşı kayıtsız ve ifadesiz bi’yüzle bakabileceğini ama yine de ondan kaçamayacağını örnekleriyle beraber göstermedi mi? İlgisini kesti ve başına üşüşen bütün saçmalıklar bıçakla kesilir gibi toz olmadılar mı? Kaybettiği devam fikrini O’na O kazandırmadı mı?

“ Başladığınla bitirdiğin her zaman aynı şey olmayabilir. “ demişti bi’keresinde O, O’na. Ölmek için gittiği o tepeden düşkün omuzlarıyla aşağı inerken kürek kemiklerinin arasına sızan yaşama sevincini fark etmesini kim sağladı? Kazanmanın zaaflarını, kaybetmenin kazanımlarını etinden et koparmak pahasına O sokmadı mı O’nun o kalın kafasına. Gece Yarısı Çocuklarında okumuştu hani: “ Nasıl dönüleceğini bilmiyorsan sakın kaybolma! ” Bugüne kadar kaybolmadı. Çünkü O, O’nu bi’an dahi yalnız bırakmadı. Nasıl dönüleceğini bıkmadan usanmadan anlattı, yol gösterdi. Her türlü duyusal aldatıcılıktan arındırılmış cayroskop pusula gibi,

Gerçekliğini sarsan kadınları da, hayallerinden mikrop kaptığı insanları da o tanıştırmadı mı O’nunla? Hayatını alt üst eden olayların O’nun olmadığı bi’yerlerde patlak verdiği bilgisinin O’nda mevcut olduğunu ama bunun olayların üzerine gitme gücünü vermeyeceğini O söylemedi mi? Tadında bırakmak şartıyla tadını çıkarmadığın hiç bi’şey kalmamalı aklını kim verdi O’na?

Hiç bi’şeyin göründüğü kadar kolay, zannedildiği kadar da zor olmadığını O test ettirmedi mi? Gözleri açıkken görmeme fakat uyuyabilme derslerini O’na veren de O’ydu, hem de ücretsiz. İcabında babaların dahi yapamayacağı iyilik gibi,

Fıtratıyla inatlaşmayı prensip meselesi haline getiren her serseri gibi onun da içinde makul seviyede incelik bulunuyordu ki bu O’na mütemadiyen kalın gireceği anlamına da geliyordu aynı zamanda. Ortalığın inceliklerden geçilmediği böyle mevsimsel gecelerde hiçbir sokak sığılacak kadar uzun ve geniş değildi çünkü. Ve inceliklerle dolu gecelerin havasında % 78,084 oranında uzun süren tutkuların getirdiği boşluk, % 20,946 oranında yüzüstü bırakılmış biçimsiz bi’belirsizlik, %0,930 oranında fasa, %0,034 oranında fiso daima vardı. Ama olsundu ve dahi ne çıkardı bundan. Döviz kurunun oynaklığı doğrultusunda kasım kasım kırılan gerdanların, petrol fiyatlarının salınımlarıyla ile hop oturup hop kalkan g.tlerin, basit birer matematiksel işlem olarak görülen insani ilişkilerin ağır bastığı bu başını encamını s.ktiğimin dünyasında,

,,,

Ah, kimselerin vakti yok-tu
Durup – ince şeyleri- anlamaya
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz-di,

Şiir iyiydi ama O’na iyi gelmiyordu. Âdem elması patlayacak gibi oldu. Adem elması patlayacak gibi olduğunda ne yapıyorduysa bugüne kadar, onu yaptı. Zira ıslık ancak Sokak’ta açığa vurulabilir bi’soğurma şekliydi. Tırnaklarının arasındaki pisliğe katıştırdığı hüzünle “ Kalsın bizim visal ürpertimiz mahşere kalsın! ” türküsünü ıslıkladı. Sonrası, olan olmuş hatta olacak olan bile olmuş gibi yerleşik, tuhaf bi’his,

T.s.k,

, Bi’garip Losey Latin
,, Hebennekanın biri
,,, Gülten Akın’ın münasebetsizce tahrif edilmiş İlkyaz’ı