İçeriğe geç

Uyanıkların Hikayesi…*

*Bu hikaye bizim yıllarca uyutulduğumuzu ve artık uyanmamız gerektiğini söyleyen uyanıklara ithaf olunmuştur.

uyku

Yatakta dönüp duruyor, bir türlü uyku perisi gelmiyordu. Gece boyunca saydığı koyunlar hiç bitmedi. Bildiği, duyduğu bütün yöntemleri denemesine rağmen, birkaç dakikalığına bile uyuyamamıştı. Yatağını yıllardır paylaştığı hanımı seslendi:
-‘’Sende mi uyuyamıyorsun?‘’
-‘’Evet’’ dedi, umutsuzca. Sesininde çaresizliğin ve usanmışlığın bütün tonları vardı. ”Sanırım akşam yemeği çok kaçırdık.”

Bu konuşmanın bir benzeri hane hane tüm kasabada yapılmaktaydı,eş zamanlı olarak. Kimi yemeği fazla yemesine, kimi borçlarına, kimi de karın ağrısına bağladı uykusuzluğunu. Ertesi sabah kasabadaki insanlar, bütün bir geceyi sadece kendilerinin uykusuz geçirmediklerini öğrendi. Lanetti bu durum ya da uğursuz bir hastalığa tutulmuştu bütün bir kasaba.

Birkaç gün sürdü bu telaş, daha sonra yerini büyük bir sevince bıraktı. Lanet değildi elbette ki olanlar Tanrı’nın bir lütfu, doğanın mucizesi… Daha fazla çalışabiliyor, daha fazla eğlenebiliyor, daha fazla yaşayabiliyorlardı. Güneş yüzünü diğer yarım küreye çevirince kasaba halkı toplanıyor, fıkralar anlatıp gülüyor, şarkılar söylüyordu. Uykusuzluk yorgunluk emaresi göstermiyor, tekrardan işlerinin başlarına dönüyorlardı.

Bir kişi hariç tüm kasaba mutluydu bu yeni durumdan. O ise umutsuzca sevdiğini rüyasında görmeyi bekleyen bir aşıktı. Her gece hasret giderdiği sevdiği yanında olmayacaktı hiçbir zaman, bir tek o kabullenemedi bu lütfu. Zaten yarı deli, divanenin biriydi. Kimsenin ne dur, ne de gitme demeye niyeti vardı arkasından. Bütün evlerin lambasının yandığı bir gece vakti, kahkaların, şarkı namelerinin arasında çekti gitti sessizce, uyuyabilmek, sevdiğine kavuşabilmek umuduyla.

Birkaç hafta sonra bu yeni durumun sakıncaları ortaya çıkmıştı. Uykusuzlukları hafızalarını etkiliyordu. Birkaç saat önce yaptıklarını hatırlayamıyor. Yedikleri yemeği unutuyorlar, tekrardan yiyorlar. Sabah tarlasına süren çiftçi, akşam üstü tekrardan sürmeye gidiyor, sürülü buluyordu. Ama önceleri bunu çok önemsemedi kasaba halkı. Uzun yaşamanın getirdiği can sıkıntıcı durumdan kurtuluyor, hayatı sürekli yeni baştan yaşıyorlardı. Geceler boyunca aynı fıkralara tekrardan gülünüyor, şarkı nakaratlarına yeni duyuluyormuş gibi eşlik ediliyordu. Bunu da tanrının lütfuna yordu kasaba halkı. Birkaç hafta daha sürdü dünyada hiçbir topluluğa nasip olmayan mutlulukları.

Zamanla hafızalarındaki kayıplar arttı. Artık gördükleri eşyaların adlarını akıllarına getirmekte zorlanıyorlardı. Eskisi kadar mutlu olmadıkları bir gece, bu duruma çözüm aradılar. İçlerinden birinin aklına eşyaların üzerine isimlerini yazmak geldi, kapının, duvarın, pencerenin, kaşığın… herkes kesin hatırladıkları eşyaların isimlerini bir kağıda yazacak ve üstüne asacaktı. Birkaç saat içinde tüm isimler yazılmıştı. Birkaç ufak yanlışlık biraz can sıkmış, tabağa masa, eldivene kazak yazılmıştı. Onunda çözümünü bulmuşlar, isimleri oylayıp en çok kabul göreni yazmışlardı. Yanlış isimlendirme var mıydı, hepsi doğru muydu, kimse haklılık iddia edecek durumda değildi.

Yeni durumu önceleri yadırgasalar da, zamanla bu duruma da alıştılar.
Aylardır süren uykusuzluk hafıza kayıplarını iyice arttırmış, artık eşyaların isimlerini hatırlamak işe yaramaz hale gelmişti. Kapının üstünde kapı yazıyor lakin ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Tüm kasaba halkı gene toplandı, ilk öneriyi sunan kimse miydi bilinmez ama gene bir çözüm bulunmuştu. Eşya isimlerinin altına uzun uzun açıklamalarını yazdılar. Kasabanın tüm ortak hafızası gene toplanmıştı. Çevredeki eşyaların üstüne asılan kağıtlar biraz uzamıştı sadece.

KAPI
Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar ya da bölme açıklığı. Binaya girip çıkmaya yarar.
Bütün eşyaları teker teker tanımladılar. Tüm insanlara birer kitap hazırladılar. İşleri, hanımları, çocukları, sevdiği, sevmediği yemekler, kötü alışkanlıkları, iyi alışkanlıkları… İnsanlar kalın bir kitapla dolaşıyor, hayatlarını yazanlara göre sürdürüyordu.

‘’Güneş doğduğu zaman demirci dükkanına gideceksin.
Güneş tepeye yükselene kadar çalışacak, öğle yemeğin için kitabın sonundaki krokiye göre eve gidip yemek yiyeceksin. Yemek yerken evdeki kadınla konuşmalısın, ki kocalık görevini yerine getirmelisin.
Yemekten sonra yarım saat bu kitabı tekrardan okuyup kelimeleri hatırlamalısın..’’ günlük liste uzanıyor, güneş doğana kadar ne yapması gerektiği yazıyordu. Haftanın her günü için ayrı bir liste vardı. İkinci gün, dördüncü gün ve altıncı gün evdeki kadınla yürüyüşe çıkmalı, birinci, üçüncü gün arkadaşlarıyla buluşmalıydı ve bunlar mutlu olması gereken zamanlardı. Kasaba kurulduğundan beri hiç bu kadar düzenli olmamıştı. İnsanlar günün muhtelif zamanlarında mutlu oluyor, şikayet etmeyi kimse hatırlamıyordu.

Not: Bu hikaye elbette ki yarım kalmış gibi görünüyor, hikayenin kasabadan ayrılan aşığın kasabanın suyuna ilaç katmasıyla başladığını, bunu niye yaptığını da bilmiyor değilim. Lakin uykum geldi.