*Esasında bir yazıdan başka yazıya
Ben aslında “olur da bir öykü yazma haddini kendimde bulursam senin öykünü yazmak isterim” diye söz verdiğim adamın öyküsüne niyet edecektim. Sonra ona “senin hayatında ne varsa onları tek tek imbikten geçirip bir kısmını çocukluğumu koyup kaldırdığım kutuya koydum. Diğer kısmını da gençliğimi koyuyor olduğum kutuya koyuyorum. Ve daha pek çok kutu var sana dair pek çok şey koyacağım. Ama bunları sana anlatamam. Sen de ben de ağlarız. Ve o öyküde, neden her bayram öncesi o mezarlığa gidip, isimsiz taşlara Fatiha okuduğumu da yazacağım.” diyemedim. Çünkü deseydim, o da ben de ağlardık.
İnsan diyemediklerinden müteşekkil. Kendimden biliyorum, zaten insanın, insana dair iyi-kötü bütün bildikleri kendindendir. Şu yaşıma kadar en çok kendimle konuştuğumu gördüm. Ve insanın diyemedikleri kendisiyle konuştuklarıdır. Otopside keşke insanın diyemedikleri de çıksa, hayatın belli anlarında geride kalanlara yazılmış birer mektup mahiyetinde. Ama çıkmaz. Çünkü kimse diyememekten ölmez. Kendimden biliyorum.
“-Amdaaa!
-Efendim amcam.
-Buuda balina var mı?
-Burada balina yok amcam
-Nerde balinalar amda, onların gözleri kocaman beyaz, ben balinaları çok seviyom.
-Uzakta amcam
-Amdaaa uzağa gidelim o zamaaan.
-Gidemeyiz amcam.
-Nedeeen”
Çocuklara bir şekilde iyi kötü her şeyin tarifi yapılıyor. Ama uzağın tarifi yapılamıyor. Esasında uzağın tarifini insan kendine dahi yapamıyor. Uzak, ulaşılması güç değil, ulaşılması imkânsız bir şeydi zihnimde. Çünkü babamın şehir dışında görevde olduğu bir zamanda, gece yarısı “ben babamı özledim” diye ağladığım o vakitte, “baban uzakta oğlum” diye babamı istediğim o anı, ulaşılması imkânsız bir an olarak tarif ederken de uzağı kullanmıştı annem. Bütün çocukların “kutsal öğreticisi” annesidir.
Biri; “sana esaslı bir sır vereceğim demişti” bir keresinde. “Bir gün aynaya baktığımda yüzümde siyah nokta var zannettim. Elimi üzerinde gezdirdiğimde, aslında onun siyah bir ben olduğunun farkına vardım. Yüzümü unutmuşum meğer.” O an bunun nasıl bir sır hükmünde olduğunu anlayamamıştım. Hepimiz o kadar şehir gördük, o kadar yol yürüdük. Karşılaştığımız binlerce yabancı yüzü yoğuran şey, onların içlerinde taşıdıkları mutlu anlar, kırgınlıklar, hasretler, heyecanlardı. Ve herkes, yüzündeki hangi çizgide hangi anısının gömülü olduğunu bilirdi. Ama bir insana, kendi yüzünü unutturacak şekilde yüzüne baktırtmayan neydi? Göğsündeki hırıltı, yere düşen cam sürahinin kırılması gibi saçıldı ortalığa. “Tekrar kendime nasıl döneceğimi bilmiyorum” dedi. İnsanın, kendisinin izini kaybedecek kadar kendisine olan bu denli mesafesi esasında uzaklığın da bir tarifiydi. İnsanın nereye giderse gitsin yanında taşıdığı o sıkıntı, suçluluk duygusu. Bazı konulara ilişkin kendisine ömür boyu söz hakkını kaybettirten o ayıp etmişlik. Yaptığı her işin bitiminde, içini kemiren, bir şeyleri yarım yamalak yaptığına dair inançsızlık. Baktığı bütün aynaların üzerinde bıraktığı parmak lekesi gibi bir mahcubiyet.
Bu adam ne yaşadı bilmiyorum ama bir ıstırabın farkına varmış olsa gerek. Asla “mazoşist ya da depresif olmalıyız” demek gibi bir çapsızlığa girmiyorum ama insanoğlu şahit olduğu veya bizzat kendi elinden çıkan, sattığı adamın, söylediği yalanın, çaldığı her şeyin, yarıda bıraktığı yolun ve yoldaşın, bastığı yamukluğun, kokladığı puştluğun, görüp de kafasını eğerek geçtiği her şeyin ve herkesin ıstırabını, rahatsızlığını ömür boyu taşısaydı eğer, bütün yaptıklarının ve sustuklarının bir nebze olsun kefaretini biriktirmiş olurdu fikrimce. O zaman aynada bir leke değil, bir yüz görürdü. Fakat o iş öyle olmuyor. Bütün her şeyin üzerinde “alışmışlık” dediğimiz şey gelip insanı sabitliyor. Alışmışlık, insanı, duvara asılı bir kalorifer peteği haline getiriyor. O peteği vadesi dolup da söktüğünüzde, ardında kocaman bir is lekesinden başka hiçbir şey kalmıyor.
Bu sefer hıçkırır gibi “tekrar kendime nasıl döneceğimi bilmiyorum” dedi.
“Alışırsın, kendimden biliyorum” dedim. İnsan, insanın haritasıdır çünkü. Bu daha ıstırap verici bir şey. Neyse, balinaları anlatan bir belgesel bulmak için kalkmam lazımdı. Kalktım.