Bilenler bilir, hep beni bulur böyle şeyler… Böyle şeyler, bilenler bilir ki beni bulur hep. Hep beni bulur böyle şeyler bilenler bilir yani…
Akla hayale gelmeyecek yerlerde, kimsenin ihtimal dahi vermeyeceği olağanüstü kısıtlı zamanlarda ve çoğu zaman perişan bi’haldeyken karşıma çıkar hep böyle şeyler. Karın ağrısı şikâyetiyle hastaneye gittiğimde de bulur, gecenin bi’vakti şehrin unutulmuş bir köşesinde unutulmuş bi’bankta oturup çekirdek işlerken de bulur. Dahası şehirlerarası yolculuklarımın ihtiyaç molalarında bile bulduğu olur. Kısaca bulur da bulur. Nedense hep aramadığımda bulur, aradığımda sırra kadem basıp kaybolur. Böyle şeyler hep böyledir zaten. Artık böyle şeylere sebep aramak uğruna kafa patlatmıyor ve sonrasında yaşanan gerilimlerin veya gelişmelerin üstünde durmuyorum. Hepsinin birbirini tamamlar nitelikte ki tekrarlardan ibaret olduğunu biliyorum çünkü. O yüzden şu anda karşımda oturan ve yüzünde az çok önceki serüvenlerimi hatırladığım hatun kişi ritüeller gereği sorular sormaya başlayınca, ayıkıyorum sağa sola aval aval bakınarak…
-Böyle şeyler- ekseriyetle, diğer -böyle şeylerle- üç aşağı beş yukarı benzerlik gösterdiği için kelime ve zaman israfından kaçınmalı diye düşünüyor bu kısımları bla bla blarla geçiyor veya geçiştiriyor mevzu’a ters yarım burgu stili ile giriş yapıyorum affınıza sığınarak-
Bi’çay ve bi’aysti şeftaliden mürekkep isteğimizi garson beye bildirdikten sonra sökün eden mavra…
…
— Boş zamanlarında n’aparsın peki?
— İn-leyen Hayatlar Senfonisi’ni dinlerim…
— Nasıl yani, nedir o?
— Aslında güneşin konumuna göre değişkenlik gösterir bu sorunun cevabı ama kabaca bu senfoniyi dinleyerek doldururum boş vakitlerimi…
Bi’daha -Nasıl yani? Diyerek üsteleyince
— Gece başkadır, gündüz başka… Çok başka! dedim. Önce bi’afalladı sonra toparlayarak kendini:
— Hem gece hem gündüz için cevap alayım o zaman dedi.
— Gün içinde genelde çay içerek (yani te-in) doldururum boş vakitlerimi. Zaten evde sürekli çay içerim. Dışarıda ki boş vakitlerimi de yine çay içerek doldururum ama evde demlenen çaylara benzemediği için de epey bi’söverim. Çay konusundaki hassasiyetimi anlatabileceğim kelimeler henüz türetilmemiş olanlardır!
Şaşırdığı belli oluyordu ama tepkisini peşin peşin sermedi ortalık yere. Belki de gece için vereceğim cevabın da ilginç olacağını düşünüyor, içinde biriken tepki yumağını o ana saklıyordu. Üst üste iki kere şaşırmış olmanın nasıl bi’tepki doğuracağını ben de merak etmiyor değildim hani.
— Peki ya gece boş vakitlerini ne ile doldurursun? Dedi
— Sade Türk kahvesi (yani kafe-in) içecek birini bulursam lak lak ile yoksa kendi kendime lak lak ile doldururum gecelerime isabet eden boş vaktimi. Ama gece veya gündüz hiç fark etmez ve hiç sıkılmadan ve daralmadan sigara ( yani nikot-in) ile özenilecek ve belki de kıskanılacak sağlamlıkta bi’dostluğumuz olduğunu da belirtmeliyim. Anlayacağın boş vakitlerimi çay, kahve ve sigara tüketim sarmalı işletmeciliği ile dolduruyorum. Bu üç psikolojik maddenin Latince isimlerinin son iki harfinin aynı olmasından kaynaklanan çağrışımla (te-in kafe-in nikot-in) özel bir isim türettim: İn-leyen Hayatlar Senfonisi. Bu özel isim, boş vakitlerinde n’aparsın soruları için vazgeçilmez cevabımdır.
— ” woww, vays be, çok ilginç very sıra dışı, interesting hiç böyle düşünmemiştim”
falan deyince acayip sinirlendim…
— “Affına sığınarak soruyorum, ama neresi ilginç bu dediklerimin? Ortalama vatandaşlar genelde böyle değerlendirirler boş vakitlerini… Bakma sen bazı pastörizelerin kırıta kırıta kitap okurum da sinemaya giderim de tiyatroya bayılırım da, doğa yürüyüşlerine çıkarım da pilatese de gider yoga da yaparım gibi gibi ıspanaklı cevaplarına. Bu aktiviteler inleyen hayatlar senfonisi eşliğinde yapılınca belki bi’anlam kazanır ama bu senfoniden yoksun kalan bütün söylenceler yalandan başka bi’şey değildir… Kaldı ki kitap okumayı boşluk doldurma aracı olarak görmek en saf haliyle öküzlüktür…” diyerek kapak mahiyetinde cümlelerimi şırannk diye koyuverdim masanın ortasına…
— Ortalama bi’vatandaş olarak mı görüyorsun yani sen kendini? Dedi biraz hayal kırıklığı biraz da tiksintiyle…
Şimdi aciip sinirlenmiştim… Sonuç olarak; normalliğiyle övünen biri olarak şahsım hakkında ki bu yakışıksız yakıştırmayı hakaret olarak kabul etmemden normal bi’şey olamazdı ve aciip sinirlendiğimi acilen belli etmem de gerekiyordu.
— Çok güzelsin; lakin güzelliğin içinde saklanan Bihruz Bey’i başarıyla saklayacak kadar kör edici değil bebeğim…
— Ne demek istiyorsun sen, Bihruz da kim?
—Bi’şey demek istemiyorum, efendi efendi hesabı istiyorum. Bihruz Bey kim mi? Yazık. Neyse ki daha çok gençsin, öğrenirsin zamanla Bihruz Beyi de, ikamesi Abdullah Cevdet’i de.
—Saçmaladığının farkında mısın?
—Belki de ama konu bu değil… Konu, bugüne kadar hiçbir yararını görememiş olmama rağmen Alman milletine tam olarak dillendiremediğim sebeplerden ötürü derin bi’sempati duymam olabilir…
Garson beye seslenip göz göze geldikten sonra sağ elimi havaya kaldırarak bir şeyler karaladım boşluğa. 10 saniye içinde önüme koyulan adisyona bakarak, “ Nedir iki çayın günahı baba sultan?” dedim.
“3 lira” cevabını alınca “ Al sana beş lira, ikisi senindir.” dedikten sonra ekledim: “ Bu aysti midir her ne boksa işte hanımefendinin ellerinden öper… Çaya, çayla karşılık vermek beynelmilel nezaket kurallarının başında gelir çünkü…”
Hamiş: Almanlar usulen ilk defa işe yaramışlardı.
Akabinde kibarca protokolü de selamlayıp vurdum kendimi sokağa… Şimdi, İn-leyen Hayatlar Senfonisi dinlemek üzere eve dönüyorum, yapayalnız. Çünkü sevişme ihtimalini kendi elleriyle sıfırlayan her ortalama vatandaş kös kös evinee döner ve hayatında hiç dinlememiş olsa bile deli gibi Ferdi bey dinlemek ister; İnleyen Hayatlar Senfonisi ile hem zamanlı olarak,
Gidiyorum, gelmek üzere. T.s.k,