Bu gece hiç yazmayacaktım, aslında uzunca bir süre yazmak fiilinden uzak duracaktım, dayanamadım. Zaten hep bu vakitsiz yaptıklarım çorap örer başıma. Mesela ortalıkta kendisini unutturmayacak kadar sık görünen ama tadını kaçırmayacak kadar da az görünenlerden olamadım hiç. Hiç denge adamı değilim anlayacağınız, ondan “siyaset” dedikleri oyundan da hiç anlamam. Bildiğin ‘kalas’ım böyle mevzularda, şimdi içinden “estağfurullah” deme, öyleyim biraz. Bir de öyle bir şey var değil mi, farklı bir söyleyiş “aynen öyle” demekmiş, neyse sen anladın benim ne demek istediğimi. Şu an tek istediğim şey niçin yazı yazdığımı anlayabilmem. O da mümkünse…
Bugün şöyle maziye doğru uzandım biraz. “Nasıl uzandın lan maziye” der kesin içinizden birisi, aynen şöyle oldu efendim: bir arkadaşın üç beş satır yazmış olduğu harikulade bir şeyi okuyunca, “vay arkadaş” dedim kendi kendime “bu mevzu hakkında ben de tam da böyle bir şeyler zırvalamıştım.” Sözümü balla keseyim, bu ‘kendi kendine konuşmak’ mevzusu da ayrı bir yazı konusu zaten, monolog dedikleri garabetin hakikatte tam manasıyla diyalog olduğuna inananlardanım. Kafamda kaç tane adam var bir bilseniz, deliyim lan, tamam uzatmayın.
Neyse efendim, o karaladığım zımbırtıyı ararken yayınlanmış, yayınlanmamış, bilmem efendim kaç müstear isimle kaleme alınmış, denemeler, makaleler, şiirler, her müstear isme giydirilen üslûplar, bir boka benzemeyen eciş bücüş kelimeler, hâlâ “helal lan bana” dedirten benzetmeler, bana benzemeyen tahliller, alıntılar, bir devirden kalanlar, başka bir zamana yol alanlar, gülümseten diyaloglar, ağlatan notlar… -Amma hiç burada kullandığım tarza dair bir emare bulamadım, bunu ara not olarak paylaşayım. O yüzden diyorum ar perdem aralandı diye…- Onların arasında bir şey fark ettim, bir aralar şifreleme –kriptoloji değil tabii- işine merak sarmışım. Az daha ben de unutuyordum bu meseleyi de, şöyle sağını solunu kurcalayınca çıktı açığa. Mesela bir mektup serisi yazmışım zamanında –devamı da hâlâ bekliyor- Güntülü’ye yazıyorum sözde… (Güntülü’ye de herkes aşık zaten, ben eksik kalmayayım, yok gerçi Mona Roza’lar, Anna’lar popüler son demlerde, bizimkisi pek marjinal) Bu mektupları da çok sahiplenen oldu, orası ayrı mesele. Şimdiye dek kendisini Güntülü zannedip de “bana yazdığın bu güzel mektuba…” diye başlayan ciddi sayıda geri dönüş aldım. Hatta cevaben mektup falan yazan da oldu da o kadar kurcalamayalım bu işi.
Lafı uzattık efendim, ben zaten bu mektuplara şifreleme yapmışım, iyi mi? Nasıl bir ruh hali ise, kime yazdığımı da bir güzel kodlamışım. Yok merak etmeyin, akrostiş falan değil, acayip bir şey. Unutmadan, ciddi ciddi yazıların yazıldığı bir dergiye ciddi ciddi yazdığım bir yazının içine bir hatun kişinin ismini kodlayarak da literatüre geçtim. Bu bildiğiniz akrostiş efendim, Allah’tan henüz fark eden olmadı da, ciddi derginin ciddi yazısı geçenlerde yayınlanan derginin arşiv listesinde yerini koruyor. Sizden sır çıkmaz da ben paylaşmak istemiyorum bu yazıyı, henüz o denli tanış değiliz.
Nereden nereye geldik. Neticesinde ben bulamadım arkadaşın yazdığı mevzuya dair yazdıklarımı, bulamayınca da canım sıkıldı, eh bari bir şeyler yazayım da Cuma’m hayrolsun dedim, buraya dek karaladım bir şeyler.
Sözün özü diye başlamayayım bu kısma, bu kadar alakasız konuda bu kadar laf kalabalığından bir öz çıkmaz, farkındayım. Böyle gayr-ı ciddi bir üslûbun içerisine bir şeyler gizlemeye illa ki çalışıyoruz, en azından yazının mesajı o yönde…
Bütün müstear isimlerin farklı üslûpları aynı kalemden çıkabiliyorsa, oralarda bir yerlerde mektubu sahiplenecek Güntülü’ler kendilerinden bir şeyler bulabiliyorsa, biz bu treni durduracak kudreti buluruz kendimizde…
Gönlünüzü ferah tutun efendim, affedin kalemimiz yine sürçtüyse…