Bir kış günüydü, kesildi damarımız
Adımızı kazıdılar yanımızdan.
Tabutluklarda Tanrı Dağı’nı gören adamların
Gözlerinden düştük önce.
Sıkılan yumruk açılınca anladık,
Morarmış tırnaktık şahadet parmağında.
Bizi paslı bir kerpetenle söktüler.
Düşmek, sökülmek, kesilmek
Ne zordu anlatamadım.
Anlatamazsın da…
Bağıracağın kuyulara saklandın sen,
Alnında parlayan korkularla.
Uçuruma itilme korkusuyla saklandığımız kuyular,
Düşüp kaybolacağımız vadiden daha aydınlık değildi hâlbuki.
Soğuk zeminde bir yankı olarak kaldık.
Çünkü tükürülmüş kırık bir diştik artık,
Filistin askısında “Allah” diyen ağızlardan.
Sonra Fırat düştü.
Her şey, her yanıyla bir kez daha düştü.
Hüseyin’in dipçiklenen başındaki takkesi,
Kurşunlanan Ahmet’in ellerinden kitabı,
Acılı ananın dövünürken yazması,
Dilini ısıra ısıra ağlayan babanın omzu…
En son; gözyaşı düştü toprağa.
Hâlbuki kavilleşmiştik ağlamamak için
Her şeyiyle tersine olan bir şehrin sokağında.
Yani; insanın, tanındığı yerinden vurulduğu bir şehirde,
Gözyaşlarımızdan vurulmamak adına.
Ses verdi toprak;
“üzerime ne döküldüyse
Benden çağlayacak da odur”
“Fırat” dedim “Fırat”
Kan tükürdü toprak
Hakkı alınmamış kanlar adına.
Bizim dağımız, koynundan yırtıldı
Yamacımızı delen bu güneş ondan.
Zannetmeyin ki dallarımız kırıldı
Ağacımızın başını eğdi boran.
Çöktü çatı, kaldı kapı
Çaldıkça yumruğumuzu kanatan, yüzümüze kapanan.
Vefasızlık, şimdi kör bıçak, boynumuza dayalı.
Boğazımızda yumrularla tanınmamız bundan.
Onların şahitliği ile alacağız hakkı.
Dileyerek yağmuru ve bileyerek kelimeleri,
Deşeceğiz içimizde asılı ıstırabı.
Ve ayrılır dağ dağın omzundan
Sonra bütün omuzlar birleşir bir tabutun altında
Ses verdi yine toprak;
“Beni yarıp da neyi gömdüyseniz
Benden doğacak odur”
“Fırat” dedim “Fırat”
Cevap verdi toprak;
“Gürül gürül akan nehirleri inkâr eder,
Dağ başında eriyen karı yok oldu zanneden.”
Ben, toprak ve Fırat.
Şimdi bir nehrin serinliğine dokunuyorum.
Dağ yamaçlarındaki gözelerden
Kurumuş dudaklara değecek suyu getiren bir nehrin serinliğine.
Sanki Fırat’ın elinden tutuyorum