Katran karası günler zift gibi yapışıp kaldı sanki ufkumuza. Her yeni günü umutla beklediğimiz doğrudur lakin umudumuz yorgun, güneş her gün bizim için doğuyor olsa da güneşimiz karanlığa esir… İnsanlar çalışıyorlar, yiyip-içiyorlar, geziyorlar, eğleniyorlar, seyrediyorlar, dinliyorlar, uyuyorlar; uyanamıyorlar… Olur da bu döngü kapanında ne vakit kederden kavrulacak olsalar karanlığın çöllerinde; duydukları ve gördüklerinden kaçıp sığınacakları huzurlu limanın serabı, onları her dem usulca uyuşturmaya hazır nasılsa. Toplum olarak öyle günlerden geçiyoruz ki , insanlığa tutunmaya çalışırken yorgun ve nasır tutmuş ellerimizle; insanlığın erdemlerini taşımaktan aciz olanlar “Sen de mi brütüs” cümlesinin öznesinin ihtişamına yaraşır biçimde son tekmeyi vuruyor “Otur oturduğun yerde, devir artık yeni nesil insanımsıların ” dediklerinde; ruhumuz bütün acıların mabedi oluveriyor. Mutluluğun yolunda her şeyi mübah gören akla erildiği gün; zulme, haksızlığa sessiz kalındığı gün yitirildi insanlık. Biz “insan” olarak yaşamayı beceremeyen insan(!)ların çağında yaşamak durumunda bırakılmışlarız. Özgürlük prangasına vurulmuş köle, eşitlik ve barış prangasına vurulmuş adaletin gölgesi, demokrasi prangasına vurulmuş ötekiyiz. Bireylerin yaşadığı toplumdan, düşünmenin fazlalık geldiği fotokopi bireylerin oluşturduğu yığına evrilenlerin arasında ötekileştirileniz. İsyanımız; ruhumuza vurulmak istenen prangalara, aklımıza giydirilmeye çalışılan basmakalıp düşünce(sizlik)lere, cehalet zindanına kapatılarak köhneleştirilen zihinlere!
Çalış, ye-iç, gez, toz, eğlen, ama düşünme! Sakın ola, bir an bile duraksama; işin varsa, boğazından lokma geçiyorsa, e bir de üstüne eğlenebiliyorsan “şükret” haline! Hiç mi hiç takma kafana ötesini berisini. Gezme lüksü şöyle dursun; yiyip içmenin lüks kaldığı insanları unut gitsin… Ramazan ayı gelir, niyetlenirsin, sözüm ona açın halinden anlarsın her nasılsa çeşit çeşit yemeklerle donatılan iftar sofrasında!.. Seyret ve dinle! Saçmalardan seçmeler. “Televizyon” kelimesi ne kadar da masum kalıyor, özenle bir bir döşediği mayınların zihinde patlamasıyla kan revan içinde kalan düşünceler karşısında. Oysa bir filmde de dediği gibi “Fikirlere kurşun işlemez!”. Peki ya düşünmeyenler? İşte her akşam, akşam haberleri değil, hükmedilmek istenilen “akıl”ların katliamıdır seyredilen. Biri özgürlük mü demişti? Toplum, ki yığın desek daha doğru olur; uyuşturuluyor, hissetmiyor ve düşünmüyor. Akşam haberleri günlük alınan uyuşturucu dozu… Altın saatler, altın vuruşlar… (Prime time=altın saatler) Kapa televizyonu gitsin! Ama gözlerini kapama, uyuma!
Hatırla, güneş bizim için doğuyor!
Karanlığın çöllerinde seraba aldanıp da; rüzgarda savrulan kum taneleri misali gönlümüzden savrulan değerlerimizi ardımızda bıraktıkça o serabın arzusuyla; hiçliğe koşar adım gittikçe; gönlümüzden savrulan kum taneleri gözlerimizi kör edecek. İşte o vakit; ne bu çölü geçeriz; ne susuzluğumuzu, suskunluğumuzu dindiririz; ne de karanlığı yeneriz… Barış olmuşsa eşitliğe giden yolda hainleri affetmenin adı, adaletin kırılmışsa kolu kanadı, demokrasi olmuşsa cehalet zindanının gardiyanı; adaletsiz, eşitlik de barış da demokrasi de olmaz olsun! Prangalar ne kadarına müsaade ediyorsa o kadarını yapabiliyor/hissedebiliyor olmak mı özgürlük? Hatırla, güneş bizim için doğuyor… Bir şarkı sözünün de dediği gibi “Yeter ki açık olsun perdeler…”. Uyuma, gözlerini aç; korkma!