Adam, kurusun diye kalbini çıkardı ve güneş gören bir odaya bıraktı. Bir müddet sonra döndüğünde, yerler, kalbinden süzülen damlalarla kaplanmıştı.
“Âh!” dedi, “Keşke kalbimin altına leğen koysaydım. Dağılmazdı içim böyle her yere.” Her damla bir kelimeydi hâlbuki. Ağzını açar açmaz “keşke”den ve “âh” dan birer damla baloncuk olup uçmuştu mesela. Ama tükenmemişti. Zira adamın içi keşke’lerle ve âh’larla doluydu.
Adam, “içim fazla yayılmasın” diye getirdiği kâğıtları damlaları çekmek için yere serdi. Burada yazılanlar o kâğıtların birinden olsa gerek. Bilmiyorum.
“Bazen açılan bir kapı, aslında tamamen kapanacak olan, hatta bir tarafa kapanırken başka bir tarafa açılacak olan bir kapının eşiği olabiliyor. Bilmiyoruz. Ama hayat da böyle bir eşik olsa gerek. İnsan, aklı bir karış havada olduğu, “ölümüne seviyorum” dediği delikanlılık yaşlarında aslında ölümüne büyüyormuş. Nice delikanlı arkadaşımın bir sebeple o büyük kapının diğer tarafına geçişinden olsa gerek delikanlılık yaşı bahsim. Ölüm kapısını geçmek için biriktirilen bir şeymiş hayat. Âh yüklü, keşke yüklü.
Ne çok âh biriktirmişim. Sahi herkesin âh’ının biriktiği bir yer var mı?