İçeriğe geç

YAYGIN KONFORMİZMİN KESİTSEL İZLENİMİ NİYETİNE

Yağmur, yağmur, yağmur, deli gibi, iri iri yağmur, yağmur…Gün boyu, duruyor, artarak yeniden başlıyor, duruyor sonra daha da artıp yeniden başlıyor. Zorunda olmayanlar hariç kimse muhatap olmak istemiyor onunla yani herkesin gününün gizli öznesi oluyor yağmur, …yağmur yağmur, deli gibi, iri iri, dura kesile, manyak bir sarkaç misali, salınımı yağışı, periyodu yok, ivmeleniyor, debileniyor, debeleniyor, sıkıştırıyor, kesiliyor, yeniden başlıyor. Zorunda olmayanlar hariç hiç kimse çıkmıyor dışarı, herkes söve söve, seve seve oturuyor evinde, yağmur, yağmur, yapış yapış, ıslak ıslak, kurumak da bilmiyor, pesimizm için afrodizyak niyetine, çık bir de ıslan dışarıda, tam olsun kötümserliğimizin orgazmı, yetmedi mi, donuna kadar ıslandın da az mı geldi, gün boyu sövdün,dümdüz ettin kalmadı mı artık bir şey, canın mı sıkılıyor, uyumak istedin de uyuyamadın mı? Uyuyamazsın tabi, pencereden devamlı onun sesi: pat pat patpat…Damlaların iğrenç ama mecburi senfonisi, kurtulamıyorsun, Van Gohgh tripleri yani. Diyelim kulağına gıcık oldun, gidiyorsun geliyorsun, tuvalet aynasında o, boy aynasında o, camda o, pencerede o, elini atıyorsun boynunda yine o! Hepten psikoza dalıyorsun artık, kulak…git gel aynı kulak, aynı yerde ceddine sayar gibi duruyor mesela….Tasavvufi hikayeler geliyor aklına menkıbe tadında, kulak, göz, nur, nar, iris, gözünün nuru, ışığı, kalp, gönül, kalp gözü…demek ki göz iyi bir şey ama kulak? Kalp kulağı diye bir şey var mı, yada kulak kulağa gelmek, kulağı gibi sakınmak gibi bir hikmet var mı? Yok! Yok ulan işte Yok! Neden? Çünkü kulak gıcık bir uzuvdur da ondan. Van Gogh tribine giriyorsun, kaptığın gibi Sivas bıçağı, lokal anestezisiz kesiyorsun kulağı. Sonra n’oluyor? Kulak artık yerinde durmuyor. Oh be…mi acaba? Peki kulak yoksa ne var! Meteor çukuru gibi bir boşluk öylece duruyor, kulak gitti boşluk geldi, iyi mi oldu sanki, iyi halt ettin. Keskin cinnet bünyeye zarardır zaten. Şimdi mazeretinde olmayacak. Çünkü; mazeret kulak gibidir, her erkekte bulunur diyebiliyordun eskiden. Şimdi ne diyeceksin? Yani, bundan gayrı hayatında kulak gibi mazeret de olmayacak! Kulak gitti, mazeret de gitti, yerine ne geldi? Boşluk. Ne koyacaksın şimdi o boşluğun yerine, ikinci meteor çukuru da hayırlı uğurlu olsun, güle güle kullan! Nar topu gibi, gayya kuyusu gibi iki tane boşluğun oldu, biri kulaktan, biri mazeretten, yani dolaylıca ve zincirleme olarak kulaktan. Ne kulakmış be! İşte öyle yağmur da, gıcık oluyorsun, ifrit oluyorsun, sövüyorsun, sayıyorsun tınmıyor bile, tınmaz niye tınsın, yağıyor keyfince…keyif demişken, aslında bu duruma da olumlu tarafından bakılsa keyifli olabilir belki. Evet olumlu tarafından bak, olumlu tarafından bak, olumlu tarafından bak…bu dingil telkin iki sigara molası uzunluğunda sürüyor, ondan sonra kendi söylediğine kendin inanmaya başlıyorsun, “olumlu tarafından bakmak lazım değil mi ama?” Bize boşuna mı okuttular o kadar Polyanna’yı, haikaten yahu ne cici sürtüktü bizim poli…eee ne varsa eskiler de var diye boşuna dememişler. Yaşasın Polyanna, hepimiz polyanna’yız. Olumlu tarafından bakalım hadi, hadi üçü bir arada kahvemizi yapalım, en sevdiğimiz kupaya dolduralım. Hadi pencerenin yanındaki koltuğa kıvrılalım, sırtada fazladan bir yastık tamaam, bir de cıgara tellendir karışsın iki duman birbirine, halvet olsun tütünle kahve çekirdeği…ve camdan süzülen damlaların seyrine dal.Schopenaur’den mi arzu ederdiniz yoksa Kafka’dan mı servis edelim aforizmaları, belki de rubailer tercih edersiniz Hayyam’dan hı? Şimdi Şeyh galip de ağır olur bu saatte, ımm Tagore’de olmasın, biraz Cansever olsun, biraz da Neyzen katın. Yanına duyacak olarak da balkan havası alayım. Nakit değl kredi kartıyla ödeyeceğim evet…Hadi oradan ulan, ne yapsan nafile, çıkmıyor bu ortamda keyif meyif. O kahvenin tomurcuklarını gidip Arjantin’den ellerinle de toplasan, kuş tüyü yastıkda koysan arkana çıkımıyor işte. Çıkmaz da, kulak faciasından sonra ikinci trajedi de tedricen yerleşir zihinlere. Vay kahpe Polyanna vay, nerelere sürükledin bizi, kahve de soğudu zıkkım gibi bir şey oldu seninle ilgili kıyamet senaryoları karalarken. Sende bu kaltaklığı yaptın ya bize masallardan zührevi hastalıklara yolun düşsün emi böyle yağmurlu bir havada. Alsın götürsün seni ahlak şube de, sabaha kadar nezarethane de sırılsıklam titre be! Tövbe tövbe bozduruyor ağzımı körolası, yetmezmiş gibi bir de öyle anorakıyla aylak aylak yürüyenler yok mu kaldırımda kenardan kenardan…Bir de yağmur romantikleri var tabi. Yağmurlu havaların kadrolu kaldırım sevişgenleri, sanki üstlerinde 1.5 metre çapında devasa şemsiyelerden yokmuş gibi, iyice büzüşmüşler birbirlerine, o kadar meraklıysanız defolun evinize yada Ağustosta da o yolda o şekilde öyle yürüyün de terden boğulun bakayım. Mal bulmuş mağribi gibi sarılmışsınız, o ne öyle ya, 6.5. yyda mıyız oğlum, yer de Sina sahrası mı? Kırk haramiler mi kaçıracak avradı? Ulan adam gibi yürüyün zaten cam kenarı gittikçe emniyette ki teşhis odaları tadı vermeye başladı…Söylenme esnasında bir anlığına Karagözle Hacıvatta ki gibi yada Monteigne tiyatrosunda ki gibi bir yabancılaştırma efekti berduş suretinde retinal kadrajımıza girmekte…Sahi yahu, sanki Cenab-ı Rabbul Alemin adamı yabancılaştırma efekti olsun diye yaratmış, öyle başarılı, iki ayaklı bir yabancılaştırma efekti. Seni alıyor bizzat kendini içerisinde var saydığın gerçeklikten koparıp atıyor. Zaten yağmur, yağmur, yağmur deli gibi iri iri…Üstünde yok başında yok belli, yürüyor öyle yağmurda. Kimi tadını çıkarırcasına yürüyor, kimi saksı çiçeği rolünde pencere kenarında, sen peki? Şişt, berduş, senden çiçekli saksı olmaz olsa olsa cam kenarına konulmuş küllük olur. Yani için kül dolu olduğundan değil, belki üzerinde izmarit söndürüldüğünden. Neyse; yağmurun deliliğiyle mütecanis bir yürüyüş, zır deli gibi yürüyor adam, üstünde yok başında yok belli, bir yere can havliyle yetişir gibi yürüyor, yetişir gibi, yetişir gibi…nereye yetişir ki bu adam, üstünde yok başında yok belli, nereye gider bu adam yada neresi kabul eder bu berduşu, yürüyor hala, hızla, sağ adım uzun sol adım kısa, yürüyor yürüyor, başına acaip bir şey sarmış, ara ara başını kaldırıp göğe bakıyor, deli gibi yağmur yağıyor, başında ki acaip şey koyulaşmış ıslanmaktan, pencereden bile bu mesafeden bile belli, yürüyor hızla, sağ adım uzun sol adım kısa, ne kadar da uyumsuz bir önce geçenle ve ondan öncekiyle, ondan öncekiyle de…sonrakiyle de uyumlu olmayacak. Ne yani; bir yoldan bir kere berduş geçti diye hep berduş mu geçmesi lazım artık. Berduş geçiyor, aldırmıyor da bana, sana, etrafa, yağmura belki kendine bile. Yürüyor hızla, sağ adım uzun sol adım kısa, yürüyor, ıslak çehresininin aldığı hal pencere camına mıhlanıyor, sonra retinana mıhlanıyor, gitmiyor gözünün önünden, gitmiyor gitmiyor, yağmurun sesi orta kulakta, adamın silüeti retinada…Yetmezmiş gibi elin değiyor buharlanmış cama, elinde ıslanıyor, yağmur artık seni de ıslattı, dam altında oturmak da yetmedi bak yağmur seni de kendi nefesinde buldu. Defol git başımdan ulan defol! Ulan berduş, yürüme ulan bu havada, en azından bu kaldırımda yürüme. Yürüme ulan yürüme, zaten işlemiş yağmur her yerine, ıslanıpta sinirlerimizi yıpratma kuruluğumuzu yüzümüze vurup yok yere. Asabiyetten güldürme bizi, geçme ulan geçme pencerenin önünden. Kendi konforundan utandırma adamı, kendi minnacık konforumuzdan soğutma bizi, düşman etme bizi ona, lütfen…Geçme pencerenin önünden zengin yalılarının dibinde neşeyle yüzen gaytaların çalımlı edasıyla. Bakma öyle garip garip Alah’a, göğe, yağmura ve gözlerimizin içine. Ne hakkın var ulan bizi küçücük konforumuzdan tiksindirmeye, karz-ı haseni aklımıza getirip vicdanımızı burşturmaya ne hakkın var!?Defol git ulan, yürüme pencerenin önünden yağmura inat, Kudüs’e Ağlayan Yeremya gibi bakma öyle uzaktan uzağa bize. Provokatör müsün nesin lan, çatıştırıyorsun içimizdeki güdük konformistle vicdancı aktivisti…Yürüme ulan defol git! Boğdurtma izzetsiz nefsimizi süperegomuza…

Ne kar, say istediğin kadar…Yürüyor işte yürüyecek de. Bilmem ne düşünüyor, ama yağmura göğe Allah’a baka baka yürüyor. Yürüyor hızla, sağ adım uzun, sol adım kısa. Haydi sende çek perdeyi ve aç perdelenmiş gözlerini, tuzlu su akmasın şimdi içeri içeri, bak ne kadar da sövsen yağmur senin içindeymiş…Yürüyordur değil mi hala, sağ adım uzun sol adım kısa. Evet yürüyordur, yürüyecek de, ve yine yağacak yağmur yine, hem ıraklara hem yakınlara…