İçeriğe geç

Tarih-i İnecek Var! (Giriş)

Tarihi köfteci, tarihi künefeci, dergilerin asırlığı olur da sitelerin bir tarihi olmaz mı? Bu mühim ve elzem vazifeyi üstüme alıyor, milletimizin kültür hayatının selameti adına dimağımı hizmetinize sunuyorum.

Nasıl ki Cevdet Paşa’nın Tarih-i Cevdet’i varsa ben de size “Tarih-i İnecek Var!”ı yazacağım. Elbette zaman, mekân ve kişiler konusunda isim vermeyip hem İnecek Var sakinlerini rencide etmemek hem de yeni bir tarih yazıcılığı akımı başlatmak niyetindeyim. Baştan söyleyeyim; olaylara itirazı olan yazar arkadaşlar, “Tarih-i İnecek Var!”a olan itirazlarını İnecek Var aracılığı ile yapabilirler ve katkılarını sunabilirler. Bu serbestlik ve şeffaflık ile hem ülkemizdeki sanat hayatında vuku bulan sansür tartışmalarına son noktayı koyarız, hem de özgürlüğe olan hizmetimizi yapmış oluruz. Baştan demiştim; bu iş her neresinden bakılırsa bakılsın milletimiz için pek yararlı bir iştir.

İnecek Var’ın temelleri Anadolu’nun orta büyüklükteki bir şehrinde, şehirde bol miktarda bulunan, delisi, velisi, şairi, işsizi, güçsüzü olan bir çay ocağında atıldı. Büyük bir tahta masanın etrafında, rahatsız edici sandalyelere oturmuş, her birimiz sigaralarımızı tüttürüyor değildik. Hatta hiç birimiz aynı şehirde de yaşamıyorduk.

Bu çay ocağında; zamanın hakim ve imtiyazlı bir grup edebiyatçısı, gazetecisi,  bürokratı Ankara’dan şehrimize gelmiş, çay bahçesinde toplanmaya karar vermiş, (daha sonra sitenin ismini de verecek olan), bu güruhtan uzak Aydın Bey’in etrafında sıralanmışlardı. Aydın Bey ile çay içerken, bu arkadaşların davetsiz masa sahibi olmuştuk. Şahsiyetleri siyasetten, siyasetleri de menfaatten oluşan bu güruh; elbette ki kendilerinden beklenecek olan muhabbete girişmişti.

Peki, bunları niye anlatıyorsun derseniz… Elbette ki tarihe not düşsün diye değil, İnecek Var’ın, bu güruhun ettikleri ve yaptıkları arasındaki tutarsızlıktan doğduğunu göstermek için.

Ağır abilerle (!) olan tartışmalarıma Aydın Bey siper olmuş, sağlı sollu kroşelerini ve kaçak dövüşlerini savuşturmuştur.

Akşam saati ilk işim sayın B. yi aramak oldu.

-Başkan bizim bir şeyler yapmamız lazım (?) (Başkan, şef, üstad, ortak, bacanak… bunlar ekibin birbirine hitap şeklidir. Devrim kanunlarına muhalefet etmek için değil, rütbe, mevki, makam belirtmek için hiç değil. Olağan ve kendiliğinden gelişen hitap şekilleridir.)

-Ne yapacağız peki?

-Site kuracağız. Yazı yazacağız.

-Tamam, kuralım, yazalım.

B.

B. İle tanışıklığımızın üstünden uzun yıllar geçti. Sanırım ilk üç sene hiç yüz yüze görüşmedik, farklı şehirlerde okuduk. Uzun uzun msn konuşmaları ile kader ve fikir birliği yapmıştık. (Msn işi önemli, facebook, twiter, watsapp bu kadar yaygınlaşmamış iken saatlerce bilgisayar başında zaman ayırıp konuşmak bir nevi mektuplaşmadır günümüz için.) Peki, üç senenin sonrasında kaç kere yüz yüze görüştünüz derseniz, bir elin parmağını geçmez. Birçok kavgamızı beraber yaptık.

Mesela telefonla konuşurken; “Başkan ben kavgaya gidiyorum, birazdan ararım” dedikten bir saat sonra tekrar arayıp konuşmamıza devam etmişliğimiz vardır. Zayiat mı? Kıyafetlerinin altına gazete kâğıtlarını sarmış, öyle gitmiştir.

Birbirini hiç tanımayan adamların, birbirini hiç görmeden yan yana gelmesidir bu. Aynı heyecanları, aynı duyguları, aynı idealleri paylaşmanın verdiği dostluk.

Aşklarımızı, hayal kırıklıklarımızı bilirdik. Eşimin en çok bildiği ve tanıdığı arkadaşlarımdandı. Tabi ki yine yüz yüze görüşmeden, yan yana gelmeden.

Bunları da anlatmamın sebebi Tarih-i İnecek Var!’da kayıt altına almak için değil, tarih felsefesine de katkı yapmak içindir. “Bir şeyler yapalım” dediğimde “niye, niçin” değil de “tamam” demesini anlamanız içindir.

B.’nin “tamam” demesiyle sitenin yazar kadrosunu toplamaya başlamıştık. B. siteye ilk katılan ve hiç yazı yazmayan yazardı. Kuruluşunda, gelişiminde, tüm toplantılarında olmuş, tek bir yazı dahi yazmamıştır.