İçeriğe geç

Ay: Haziran 2012

Sarı-Beyaz Hatıralar

(Yıllar önce karalamış olduğum ve hiçbir yerde yayınlanmayan bu hikâye benzeri yazıyı, şu an “inecek var” diye haykırırken yıllar öncesinden “binecek var” diye de haykırdığımı göstermek için sunuyorum. Hem Küfür Meselesi gibi bir mevzuya derkenâr yapalım hem de yıllar öncesinin uslûbunu yad edelim istedim. Hikâye benim işim değil, affedin.)

Hayatlarımızı yazmaya niyet etsek, her birimiz insanlığın hizmetine sunulmuş ansiklopedi namlı ciltlerden onlarca kat fazlasının yazarı olmak mecburiyetinde kalırdık. ‘Her hayat bir romandır’ diyenler, insan ömrünü hafife aldıklarının kim bilir ne zaman farkına varacaklar. İnsanın hayatında ancak bir motif bir roman kalınlığına sığar, ancak bir roman insanın ufacık bir anının imbikten geçirilmiş tahkiye cinslerinden sadece birisidir. Peki ya hikâye? Yahut hikâye kılıflı hatıralar yumağı? Hangimizin rüyalarına giren bir fotoğrafı ve bu fotoğrafın anlamını tam olarak ifade etme yeteneği var? Benim rüyalarımı süsleyen bir fotoğraf karem –şükür ki- artık var.

Nerede, ne zaman doğdum? Nerede büyüdüm? Çocukluk çağımın en belirgin ve en göze çarpan hatırası bu bilinmezlik olsa gerek. Meridyen ve paralellerin ifade edemediği, ismi sebepsiz yere saklı ve isimleri nedense hep farklı yerlerin değişmez sabitesi: şirin, boyası yer yer dökülmüş sarı bir bina… Şehrin yahut kasabanın ya da kimsenin uğramadığı bir mezranın kenarında, beyazla cilveleşen sarının memleketi. Benim memleketim. Ana ve ata yurdum; işte o sarı binaların mevcut olduğu, esamesi değişse de hayatlarımızı asla değiştiremeyen ikâmet yerlerinin muhkem ve gözden ırak mevkileri. Hepsinin ortak adı: Anadolu.