İçeriğe geç

Şarapneller-X ya da SON

-Bir kalp, bir tedirginliği ne kadar taşıyabilir.

-Taşıyabildiği yere kadar.

-Nereye kadar diye sormadım. Ne kadar diye sordum. Aslında sana hiçbir şey sormadım. Çünkü sen, bütün soruların sebebisin. Her şeyi bu kadar düşünüyorsam eğer senin yüzünden. Sana, kimsenin kimseye göstermediği bir dehşetle kızmak istiyorum. Belki yumruk bile atarım. Hoş, sen onu da seversin. Morarmış bir gözle gezebilmenin verdiği özgüveni dahi şahsiyetine tuğla diye koyarsın. Belki de doğru olanı sen yapıyorsun. Sen benim şahsiyetimi aldın.

Sana, böyle alt dudağım titreye tireye konuşuyorsam eğer korkumdan değil. Dilime getiremediğim kelimeler yüzünden. Sen benim kelimelerimi aldın. Hatırlarsan hep hikâye yazardım. Sanki bugünün habercisiymiş gibi kötü ve karanlık hikâyeler. İnsanoğlu işte; yine de satır aralarına umudu nakşeden cümleleri yazmadan edemezdim. Sen benim kalemimi aldın. Sana bir adamdan bahsetmiştim. Hatırla. “içi olmayan adam” diye anlatmıştım. Adamın “içi” yoktu. Gerçekten. Adamın “içi” öylesine yoktu ki bunca vakit sırf ölmediği için yaşamış olsa gerek diye düşünüyordum. Bildin mi? Hah işte o adam. İnsanlara da müsait bir vaktimde, milyarlarca insandan herhangi biri olan içi olmayan o adamın hikâyesini anlatacağımın sözünü vermiştim. Şimdi bakıyorum da kendime, hikâyesine niyet ettiğim adama benzedim. Kınayarak da yazmamıştım hâlbuki. Sen benden içimi aldın.

Hadi şimdi söyle bana; bu yol nereye çıkar? Söyle; burası bir yol mu? Ben bu yolda ne arıyorum, nereye gidecektim, hani azığım? Onu da mı aldın? İteklediğimiz otobüsle ancak bu kadar olurdu zaten. “Yolların sonu” değil yolların “hiç”indeyiz. Sen benden menzilimi aldın. Dört yönüm vardı, dördünü de sen aldın.

Çakmağım olmayınca, bir sigarayı söndürmeden diğerini yakarak sigaraları birbirine ulardım. Güneşi yitirdim, geceleri de öylece birbirine uladım ve upuzun bir gece eyledim ben, güneşi tanıyamadım doğduğunda. Öyle uzundu benim gecem. Yastığa başımı koyduğumda “âh kimleri kırdım ben, kimleri üzdüm ben” diyerek hep sana intizar ettim. Onlar hep uyduğumu zannetti. Bilmiyorlar hâlbuki, sen uykumu da aldın benden.

Sen, bitirebilecek bir hikâye bırakmadın bana. Hani insan kendi hikâyesinin ne şekilde biteceğini bilirdi? Sen, bana hikâyenin başında bir son verdin; tedirginlik. Benim hikâyemi bana bırakmadın. Beynime vurduğun neşterin zerresi ura dokunmadı, ona geniş ve rahat bir yer açtı. Şimdi bu başımın ağrısını nereye koyayım ben. Farkında mısın? Hep sen ve ben varız cümlelerde. Kaldırım kenarında ceset gibi uzanmışken, yüzüme değen rahmet, yüzümü yüzümden yani seni benden sıyırdı zannetmiştim. Bu yüz senin, bu ur sensin.

Evet, sana kızmak istiyorum. Çünkü kalbimi yaran bir tedirginlik olarak kaldın sen. Ve ben ne zaman güzel bir şey görsem, ne zaman bir umuda teşebbüs etsem, kalbimi patlatmakla tehdit ediyor beni bu tedirginlik. Bir kalp, bir tedirginliği ne kadar taşıyabilir?

-………………………………..

-Bu soruydu. Cevaba lüzum kalmadı gerçi. Bitti. Bir yolculuğun daha sonuna geldik. Yolun sonuna geldik mi ya da varılması gereken yere ulaştık mı bunların hiçbirini bilmiyorum. Sadece bir yolculuğu daha noktaladık. Yolun sonunu merak edenler, kendi imkânlarıyla devam edebilirler. Henüz gideceği yere ulaşamadığını düşünenler varsa onlar da kendileri bilir. Zaten kimseye bir yere ulaşmayı vaat etmedik. Hiçbir yere ulaşmayan bir yolculuğa çıktığımızı da söylemedik. Yiğitliğimi bile aldın sen benden, bu kaypaklık ondan mütevellit. Yolculuğun burada bitmesi sebebiyle yaşanılan hayal kırıklıklarını anlayabiliyorum ama yarı yolda bırakılmışlık hislerini kendime zûl bilirim. Çünkü biz, inceldiği yerde koparamamanın, kesip atamamanın bir diğer ismi olduk. Neyse. İn hadi. Bitti.