İçeriğe geç

Psişik Mevzular 25, ” Mükemmel Gevezelik “

[pro-player width=’500′ height=’296′ type=’video’ image=’http://www.aquariumdrunkard.com/wp-content/uploads/2008/03/nick-cave.jpg’]http://www.youtube.com/watch?v=TqhOVY58zIo[/pro-player]

Mükemmelmişiz Ya La Biz!

İnsan, kendi samimiyetinin altını çizmeye kalkıştı mı, ister istemez üstünü de çiziyor. Samimiyet, mahremiyetle mukayyet olsa gerek… ( Murat MENTEŞ, Korkma Ben Varım, sayfa 42, ikinci paragraf )

Hiç olmadığımız gibi görünmek için insanüstü yırtınmalarımız, içimizden geleni içimizden geldiği gibi ifade etmek yerine menfaat süzgecinde yumurta misali tıraşladığımız dışavurumlarımız, hiç görmediğimiz yerleri ve hiç tanımadığımız kişileri ballandıra ballandıra destansılaştırmalarımız, yapmadığımız ve yapmayı aklımızdan dahi geçirmediğimiz iyiliklerden pay çıkarma çabalarımız, hiç vermediğimiz mukaddes mücadelelerin başrolünü kapma şarlatanlıklarımız ve nihayetinde sevmek, sevilmek ve aşk hususundaki anlık değişime uğrayan fikirlerimiz ve duygularımız insanlığın pür-i pak sicilini bıkmadan ve usanmadan devamlı iğfal ede ede kirletedursun. Dursun…

Bir adam çıktı (Ali LİDAR)ve “hiçbir zaman mükemmel olmadık” yazdı karpuz kabuklarına. Evvelinde ise Bob Marley “Ben mükemmel değilim ve olmak zorunda da değilim!” diyerek herkesten gizlemeye çalıştığımız hatta unutulması istenen bi’gerçeği itiraf eder gibi haykırmıştı bu kirletilmiş sürecin mamullerine, yani bizlere. Oysa çeyrek asrı birazcık geçkin hayatım, hep kendi kendimi pohpohlamakla ve kendini pohpohlayanları temaşayla geçmişti. Neyse mevzu’a gelelim. “Başkalarından, ufacık bile olsa herhangi bi’mükemmellik bekleme bencilliği istisnasız şekilde hayal kırıklıklarına ve küskünlüklere davetiye çıkarmak demektir.” diyebilirim. Ve bu aforizmamla hassas ruhlu insanların ruhani lideri olmak isterdim sayın okuyucu; fakat tahminlerime göre mazide buna benzer söylemleri bulunan sürüyle adam vardır ve tarihin o kokuşmuş çöplüğünden fütursuzca el hareketi çekebilirler bana “yedirmezler sana aslanım” dercesine. Hak verirsiniz ki sayın okuyucu bunu kimse yaşamak istemez. Ama belki dedim kendi kendime belki; bin kişilik yaşayan bu insanların zahmetli yalnızlıklarından ve asil ızdıraplarından süzülen aforizmaları, unutulan ve belki de fark edilmeyen bir yerinden kavrayarak veya üstüne katarakt hatta gözlerimin katarakt olmasını da göze alarakt, yazarakt ve dahi çizerekt geliştirebilir ben de tarihe geçebilecek laflar falan edebilirim. Yahut bi’açığını yakalayabilirdim hem de kılımı kıpırdatmadan, hem de oturduğum bu yumuşacık koltukta…

Önce, hiçbir zaman mükemmel olmadığımız tespiti üzerine düşündüm biraz. Mükemmellik konusunda yapılan yorumları fazla insafsız, fazla karamsar bulmam olaya ters mantık ve biraz da ironisel ( ironisel diye bi’şey var, yeni budum. Ben buldum ) yaklaşmam gerektiğini düşündürdü birden. Galiba unutulan, es geçilen bi’yanını veya bi’açığını yakalamıştım mevzu’un. Birileri sırılsıklam yanılıyordu sanki. Bizler mükemmel olabiliyorduk, hem de zaman zaman değil çoğu zaman. Şansın zerre yardımı olmadan üstelik.

Mükemmelliğin bakış açısına göre değişeceğini kabul etmekle beraber bu saçma sapan word sayfasından sık sık mükemmel olmak zorunda kaldığımızı ilan ediyorum işte herkese ve kimse bana engel olamıyor. Madem kimse bana engel olamıyor ve madem ki meydanı boş buldum o zaman ben de mükemmel görünme uğraşları uğruna samimiyetle sık sık girmek zorunda kaldığımız savaşlarda aldığımız seri mağlubiyetler dizisinin mükemmelliğinden rahatlıkla bahsedebilirim. Kusursuz ve istisnasız mağlubiyetlerden. Evet, mükemmel bi’iş yapamıyoruz ve insanlığın geneli tarafından kabul edilen müspet manadaki mükemmel insan profilinin yanından bile geçemiyoruz. Ancak ve ancak mükemmel mağlubiyetler alabiliyoruz. Samimiyet feci gaddar, her mükemmel görünme teşebbüsümüzde bizi gerçekten muhteşem tokatlıyor ve elimize vererek mükemmel mağlubiyetlerimizi tıpış tıpış evlerimize yolluyor.

“Samimiyet ile diyet arasında göze ilk çarpan kuru bir zengin kafiye değil, şaşmaz bir sebep sonuç ilişkisidir !”

Sayın okuyucu birkaç santimetre yukarıda, sıralanan anlamlı kelimeler bütünü hatırı sayılır bir aforizma, hatta azıcık bir zorlamayla atasözü bile olabilir. Ve ben bununla çağlar ötesine uzanabilirim ama istemiyorum çünkü değmez. Açık olmak gerekirse ki gerekir artık; ilgimi ebediyete kadar kestiğim yerde isteyen, istediği kadar saçmalayabilir. Hesap, Güney Central Park’ ın hemen yanındaki gölde yaşayan herhangi bi’ördeğin yellenmesi beni nasıl rahatsız etmez, beni nasıl bozmaz ise, hesap o hesap işte!

Bi’de konuyla az buçuk alakalı olmasına rağmen yazıda yerleştirecek yer bulamadığım lakin belirtmeden de geçmek istemediğim bir hususu da naklettikten sonra teşekkürlerimi sunup müsaadenizi isteyeceğim…

Köprüden geçene kadar ayıya dayı diyen zihniyetin köleleri, köprüden geçene kadar dayı diyecek bi’ayı ve üstünden geçirecek bi’köprü bulamazsa bir süre sonra kendi kendine geçirmeye başlar. İşin bi’de empati kısmı vardır ki bu işi iyice içinden çıkılmaz hale getirir: ” Köprüden geçene kadar ayıya dayı diyeceksin.” Cümlesinde ki ayıda yan yana köprüden geçtiği kişi için köprüden geçene kadar ayıya dayı diyeceksin kardeşim! diye sakinleştiriyorsa kendisini seyreyleyin curcunayı ve gerisini varın siz düşünün, üç nokta…

Not: Yazıya ciddi bir hava içinde başlayıp elde olmayan sebeplerle cıvıtarak sonlandırmaya ben de fena halde gıcık oluyorum. Fakat elde olmayan sebeplere fena halde gıcık olmaktan başka bir şey de gelmiyor elimden şimdilik. Bir de şu var; BoB MARLEY ölü, Ali LİDAR ise dünyanın herhangi bir yerinde yaşıyor, neresinde olduğu önemli değil tabi ama şarkı onun için gelsin.

Nick CAVE & The Bad Seeds söylüyor – The Weeping Song… Hadi Eyvallah…

Gidiyorum, gelmek üzere…

T.s.k,