İçeriğe geç

Taşra Şarkıları I/IV

Ya diğerleri?”

Biz atanamayanlar çetesiyiz, tutunamayanlar gibi ama kulağa daha az hoş geleninden. Başlarda fena değildi; çocuklara, akıllı tahtalara, kantin tostlarına alışırız diyorduk, kapişonlu kaşe öğretmen paltosu bile aldık… Hiçbiri nasip olmadı. Kpss, yds, ales, bles derken sscb ile kolhoza bile gidemedik. Bi kere öğretmen olmayagör, çıkmıyor üzerinden; bir vasıf atfediyorlar ama hiç değer atfetmiyorlar! Reyon dizeyim, tuğla çekeyim desen, -niye sana yaptırayım diyor adam, haklı yani… Çocukların okulda olması mesele değilmiş, mesele çocukların evde olmamasıymış. Biz de ağacın kovuğunda türemedik; okula gidemiyoduk, evde de duramıyoduk, buraya geldik.”

Sizin yılda 4ay tatiliniz var, bırakın bu kendini acındırmaları” diye çıkştı biri.

Bizim yılda 12ay tatilimiz var, geçeceksin o lafları.” diye cevapladı bir atanamayan.

Siz kimsiniz?” dedi. Werther de, daha şarkî bir şeyler bulmanın keyfiyle iyice dikkat kesildi.

Biz, imanı gevremiş tulumbacılar bölüğüyüz.” diye başladı. “Bunlara bakma Sen; bunların var ya, hangisinin tekeri tümseği aşsa bi daha dönüp arkasına bakmaz bunlar! Biz atanmadık mı? Atandık, ben kendim 96yla atandım. İş de vardı ama nası iş?! Sabaha kadar bilimum bayrak, flama, afiş, poster, ledden mahya, bilmem ne asmaktan bizim imanımız gevredi. Asmadığımız şey kalmadı; çamaşır ve adam dahil. Boma adam asdık biz durup dururken. Vazifemizmiş! Memlekette önemsiz gün yok ki, alayı önemli gün, yıl aşırı da artıyo. Çevikçiyle bizim angaryamız bitmez. Ama, 1- onların lokallerinde bilardo var.”

Allah, Allah… İki?”

İki, biz bi de telefonda habire küfür yiyoruz. Şerefsizin uşakları yabancı ülke simkartından arıyorlar. Bi tanesi aradı, ….a bak, dedi bi sorum var, senin de 3 cevap hakkın var, bilirsen sövmeyecem. Dedim sor”

Ya yine mi aynı hikaye, yeter artık” diye yeniden muazzep oldu kalabalık.

Bi durun, bu adamlar bilmiyo. Neyse dedim sor. …. herif dedi ki; itfaiye araçları niçin kırmızıdır?”

Sen ne dedin?”

Dedim ki yangın bir acil durumdur, kırmızı da ikaz rengidir. Onun için. Dedi ki yanlış cevap; o zaman ambulanslar niye beyaz, onların da işi acil durum. Dedim o zaman kırmızı renk en çok dikkat çeken renktir, güçlü bi uyarı verir karşı tarafa. Dedi ki ….; en yüksek frekanslı renk mordur. O zaman itfaiye araçlarının mor olması gerekirdi. Yine yanlış cevap. Bu son hakkın dedi. Düşündüm, düşündüm, aklıma bişey gelmedi. En sonunda dedim sen söyle; bizim araçlar niye kırmızı? …… evladı , …..a bak hele, dedi ki; o kadar hortumu sana da döşeseler sen de kızarırsın.”

Şimdi bak tulumbacı bey kardeşim; senin sorunun ego idealini yangın olgusunun üzerine kurmuş olman. Bunu daha evvel de konuştuk. Mesela askerler savaş çıkmadıkça bunu kendi caydırcılıklarına bağlayabiliyorlar. Fakat sen yangın çıkmadıkça kendini gerçekleştiremiyosun, iltifat da edilmiyosun lakin yangın çıkmaması da senin bir marifetin sayılmıyor. Ve bu böyle devam ediyor… Aslında senin burada olman gayet iyi. Niye iyi? Çünkü bu gidişle sublimasyonunu tatmin için tutup, Allah muhafaza, sen bi yerleri yakacaktın. Bak biz sana eleştirme ya da tepki gösterme demiyoz, hobi olarak yine ver ama aşırı genelleme.” diyerek tulumbacının münasebetsiz hatırasını bastıran bu biraz kambur, hafif göbekli, gözlüklü, gençce, süveteri pamuklanmış adamın çeteler arasında sessiz bir saygı gördüğü belliydi. Böylesi bir ihtiram üniversitenin içinden geçenlerde kendiliğinden ve alışkanlık eseri olarak, yanından geçenlerde de ciltli, kalın ve pek anlaşılır durmayan kitaplara saygı gösterir gibi vardır. Werther sual etmekten kendini alamadı: “Beyefendiyle tanışmadık, Strasburg’da bulunmuş muydunuz?”

Bulunacaktık, Mahkeme kabul etmedi. Neyse. Ben, ıı biz, yani teknik olarak sadece ben aslında çete değilim, biz mobbin-garya mağduru mustazaf muharrik muidlerin meşveret meclisiyiz.”

Werther, hüzünle, “Geçmiş olsun Beyefendi.” diye mukabele edince dayanamadı, “Ne anladın ki!” diye çıkıştı. “Gam” dedi Werther, “gamı tanıtlamasak da olur.” “Bak ben de sana teşhis yapıyorum Hoca; istenmeyen gebelikler senden intikam alıyor var ya” dedi tulumbacı, etrafın alakasını topladığı zannıyla devam etti: “Bu adamın beyinciğine azot kaçmış, gam dediği o işte. Ha ama Sen de tekerin tümsekte kırılmasa dönüp arkana bakmazdın!”

Doğru söze ne denir; bizim tekerlek tümsekte kırıldı hakkaten. Ben aslında baytarım. Pet işi ped işi dedik, okulda kaldık. Sunî tohumlama çalışıyodum. Bi gün hayvan hastanesine plastikçi bi hoca geldi; asistanlarına tavşan bacağında bi operasyon çalıştıracakmış. Uzatmayayım benim de yolum ordan insan hastanesine düştü. İnsan hastanelerinde çalışma hayatı deniz atlarının cinsel hayatı gibi; sistem bütünüyle iş yıkmak üzerine kurulu. Çocuk tarttım, çocuk baktım, koli taşıdım, projektör kablosunu mekbukun doğru yerine sokmak, tıbbi sarfta ihale hazırlamak, bölümlerarası geçişi engellemek için yapılan otomatik kapılardan kartsız personelin geçişini sağlayacak düğmeye basmak, faraday kafesinde kafes dövüşü hakemliği yapmak, mescidin önüne paspas çekmek gibi deneyimlerim oldu… Vip hastaların kaldığı odalar var; hemşiresi küt diye ölmüş, 103 yaşında bi dedenin kanı alınacaktı, ben gittim, hafif de gribim, dede de öldü, kızı(81yaşında) bana saldırırken kalçasını kırdı, karısı(22yaşında) da şikayetçi oldu: Burada 2 ölü 1 yaralı var, Sen kaybol dediler, Besyo’ya gönderdiler. 1 sömestre spor yönetimi bölümünde Taylor okuttum sonra oryantirike geçtim, sonraki yıl alt katta konservatuvar vardı, orda yardımcı piyano III dersi bana geldi. Oradan da iki üst kattaki ilahiyata yollandım. Kelam dersinde vahdetivücud vs panteizm tartışması çıktı. İnsanın aklı hep doktara çalışmasına gider; tam suni tohumlamanın duhul uzvuyla zuhul uzvu uyumundan misal getirmeye çalışıyodum önce sınıfla yaka-paça sonra da kelam ABD başkanıyla tabii sadece paça olduk! Yani ben paça oldum. Derken,…”

Azizim Üstad, sahiden ve hakikaten belagatli muhabbetinizi natamam etmekten haya etmekle birlikte, yüksek müsaadenizle affınızı istirham ederek, mevzuun yardımcı piyano kısmında bir kaç hususu arz etmek, sınaiyi nefise denen nazeninin küfrizülfünde yare dokunan bir onmaz rahneye hazirunun dikkatini celbetmek rica ediyoruz.”

Dua mı ediyosun dayı, sen nerden çıktın ya, siz kimsiniz?”

Efendim bendeniz Anadolu Monşerleri Cemiyetindenim. Bizler taşrada aklıselim-kalbiselim-zevkiselim sahibi olma gayretkeşliğindeki bir avuç edna kuluz.(Tam da burada kibir, Monşerin ağzından tasmasından kurtulmuş öfkeli bir danua gibi fırladı!) Gariban dergiler, kimsesiz imza günleri, tenha konserler, metruk tiyatrolar, boynubükük sergiler, çalışamayan çalıtaylar, toplanamayan toplantılar tabiri caizse; ki caiz, bizden sorulur. Sağda solda melul melul bekleşir, bazı bazı vadi vadi dolaşarak hiç yapamayacağımız şeylerden konuşuruz. Dolar dolar taşamaz, bulanır bulanır akamayız. Biliriz gerçi değiliz elhak kimesnenin umrunda…”

Dayı ne ben bunun farkındayım ne de polis farkında. Yani sen deyinceye kadar. Keşke de farkında olmasaydım. Habire ikiliyosun zaten. Kıran kıran mı girdi resim resim sergilerine, niye buraya buraya geldiniz?”

Müsaade buyurursanız izah edeyim beyefendi, hem sizin de balta girmemiş idrakinizin ilk kez bir meram ile merhabası olur belki.”

(Tulumbacı “sana sövüyo ha” diye sırıttı. “Fark ettim.” dedi.)

Estağfirullah… Evvela maatteessüf yardımcı piyano dersleri hakkında azizim üstadın doğruluğuna itibar etmekle mesul bulunduğumuz beyanından hareketle niçin yıllar yılı şöyle mükellef bir konser dinleyemediğimizin esrar perdesi sıyrılır…”

Haksızlık ediyosunuz ya, gerçekten haksızlık ediyosunuz ama…” diye feryadı bastı uzun saçlı biri.

Hayır efendim müsaade buyurunuz, lütfen, sözümüz kesiliyor, yakışık …”

Ne kesmiycem ya, bak bu kadar klasik müzik emekçisini şeyapıyosun..” dedi kısa saçlarına perma yaptırmış biri de.

Gözlerini devirerek “Siz nesiniz yaa” diyebildi.

Ne değil kim lan insan erkeği!” diye cevap verdi ikincisi:”Biz halkın çellocularıyız, oldu mu.”

Arkadaşlar söz almayan başka manyak varsa alsın, bitirelim anasını satayım? Laciverti çıktı bu işin…”

Abece ne gızirsan daha biz varığ”

Gardaş siz, ne yani?”

Biz; elfs of the tortum!”

Elf’s?”

(Werther=) “Tortum?”

(Tulumbacı=) “Of?”

Bunu çalışdız mi yoksa doğaçlırmısiz?”

Sen misin elf!”

Hoşan getmedimi.” {Bundan geru aksan kasmak isteyen içinden devam edebilir.}

Yok ya, boşboğazlığına sordum. E siz hayırdır?”

Baktık ki bizim ora hep ramazanda oruç yiyenlerin dövülmesiyle gündeme geliyor. Yerelde bir fark oluşturmak için bi kere de faiz yiyenlerin dövülmesi için toplandık… Şimdi yarımız tutuklu yargılanıyoruz, yarımız da kaçtık buraya geldik, sersefil olduk vallaha yav keşke gelmez olaydık zaten…” diye sızlanmaya devam edecekti ki fahri elf; acı bir fren sesi duyuldu. Beyaz arabanın kızaklıya kızaklıya üzerlerine geldiğini fark eden kalabalık insiyaki olarak kaçıştı. Wertherle gözgöze geldiler. Karnaval dikkatle arabanın içine bakıyordu. Maymunlar huysuzlandılar. Fren izlerinden lastik kokusu yayıldı. En ufak bir hareketlilik yoktu. Romatizmalı rayların paslı gövdeleri gıcırdamıyor, kavaklar ıslık çalmıyor, çalılar bile titreşmiyordu. Gergin bir bekleyişi düpedüz çekilmez hale getiren uyuz mu uyuz sesler vardır. Kötü bir ses tonunun kararlı anlatımı, ritmik-metalik bir tıkırtı, uzaktan yahut yakından gelsin bilimum hönkürmeler, motorsiklet mekanikinden sadır olan ani Paatt! çığlığı, kısa aralıklarla ve riskli bir fayın parçalı kırılması gibi çekilen kemikli bir burun, garip çıtırtılar, yersiz bir anons… Hiçbiri yoktu! Güneşin yorgun ışıkları ön cama vurdu. Uykudan yeni uyanmakla asık, çirkin bir surat şöför mahallindeydi. Önce sağ ön kapı açıldı. Yatırılmış ön koltuğun üzerinden kayarcasına iki ve ardından da dört ayak asfaltı çınlattı. Eşek, mahzun çehresiyle etrafa göz gezdirdi. Kalabalık için üzgündü. Şöför kapısı da açılınca, evvela gayet iri bir bacak dar mahâlden kurtulmuş oldu. Sonra da ağır ağır iri, oldukça iri, bir gövde. Maymunlar çılgınlar gibi bağrışmaya başladılar. Ürpermeler, hayretler, çığlıklar birbirini izledi. Kaçmakla kaçmamak arasında her iki kalabalık da kendi ayaklarına dolandılar, daha da paniklediler ve panikledikçe de daha çok bağrıyorlardı. Onlar bağırdıkça da canı zaten korkudan ağzına gelen maymunlar daha fena çığırmaya başladılar. Panik salgını kendi kendi besleyerek büyüyordu.

Mecburen uyanmakla zaten asabi, yeşil, çirkin bir dev (aslında ogre) için hiç de çekilecek gibi değildi. Shrek’in ne yapacağını anlayan Eşek kulaklarını kapadı. Shrek, derin bir nefes aldı, burnunu tuttu, kuaklarıyla kitleleri tedhiş ede ede ünledi. Otorite kavramına yılın dublajı yapılmıştı. 92 Toros’un tüpü bile, o an, ruhsata işli olduğuna şükrediyordu. Werther’in fasülyeleri bile esas duruşlarını göstermişlerdi. Homo sapiens idrarının rayihasının homo sapiens’i uykusundan ayılttığı gibi dev ünlemesi de devin afyonunu patlatmaya yetmişti. Werther’le yine gözgöze geldiler. Shrek kalabalığı hakimden teke bakışıyla iyice süzdü, bir yandan da gerindi… Werther’e; Albatros? dedi, onaylattı… Shrek, Canero’yu gözüne kestirmişti. O da kontaktı anladı, garson çağrılır gibi çağrıldığı cihete uyar adımlarla yaklaştı.

[KAMU SPOTU: Garsonlar da dahil ol.üz. hiç kimseyi tek elle parmak şıklatarak çağırmayalım, çağıranları uyaralım…]

Shrek: Niye yol kapanıyo lan burda!

Canero: (Mute tuşu basılı kalmış vaziyette susar.)

Shrek: Nolunuyo burda?

Canero: (Mavi ekran vermektedir.)

Shrek: Lan niye susulunuyo benim karşımda. Cevap!

Canero: Abi ya, yani şey ki

Shrek: Özetle! Maksimum dört kelime.

Canero: Tamam..; bellum omnium contra omnes*.

Shrek: 5 oldu

Canero: Özür dilerim.

Shrek: S…. git! Hiçbi şey dileyemezsin.