İçeriğe geç

Hal-i Pürmelalim(iz) Yahut Bir Derdim(iz) Var

 Betalarla, gamalarla, tetalarla boğuşurken, tahmin edemediğim doğrusal regresyona ara verip, gerçek hayata bir süreliğine döneyim dedim. Malum, özellikle matematiksel ispat gerektiren bir şeyler ile uğraşırken beyninizin zinde olması gerekir. –Gerçi beyninizin her daim zinde olması gerekir bu ülkede, hafazanallah cinayete kurban gidersiniz bir an dalsanız, ama konumuz bu değil.- Hemen bir kafein özlü içeceğe sığındım. –Kahve desem alaturka hâline ihanet edeceğim, halk arasındaki ismini söylesem reklama girecek, anlayın işte…- Neyse efendim, bu arada üç-beş rakibin boyunun ölçüsünü vereyim, ortada vezir komayım, kalelerini yiyeyim derken, bir vatandaş boyumuzun ölçüsünü verince, üç-beş satır bir şeyler okumaya karar verdim. Yapmaz olaydım.

Hastalık kardeşim. Bilenler bilir, edebiyatta estetiğe inanılmaz zaafım var, bir-iki kendini bilmez de –aflarına sığınıyorum, yeri geldi söylemeden duramadım- söz sanatını yapıştırmış sitenin göbeğine, benim elim başladı kaşınmaya. Depreşti ya bir kere, yazmadan geçmiyor. Sonra ekonometri de yalan olacak, yalan olması bir yana, alınlarının çatına şöyle dolu dolu kâğıdı koymazsam bizim diploma yalan olacak. Madem öyle, “karala yalancıktan bir şeyler, bir şeye benzemez zaten her zamanki gibi, en azından hastalık sakinleşir” dedim, dememle birlikte başladım: “betalarla, gamalarla…”

Birisi demiş “üzerimizdeki ölü toprağı kimin küreğinden”, öbürüsü yazmış “travestilerin varlığını kabul ederim ama ağır ağabeylerle muhabbete tiryakiyim.” Elim gitti telefona, arayıp “neyin kafası bu?” diye soracağım, hem sorunun suyunun çıkması hem de gecenin ilerleyen saatlerinden dolayı vazgeçtim. Bir anda da yarınki mesailerinden dolayı sahaların bana kaldığını fark ettim. Çakallık yaptım biraz işte, kimse yokken, koyup yazıyı kaçayım dedim, iyi ki de öyle demişim. Bir yandan da kendime kızıyorum, bir süre yazmayıp birisine fırsat versem de “nerdesin olum sen, özledik” dese diye bekliyorum. Ancak Şeref Bey’de sorulur o soru, biz ancak sağa sola çalım satarız kendimizi bir şey sanıp, adam önüne geleni çalımlıyor, yapacak bir şey yok.

Konuyu nereye bağlayacaksın, nasıl bağlayacaksın diye düşünme, birkaç cümle sonra bağlanacak, akıyorsa konu, dert etme.

Hayatımda hiç psikologa gitmedim. –Ortasından girmedim yahu konunun, azıcık sabır- Genellemelere fazla inanan bir insan değilim ancak yaratılış fıtratı vardır illa ortak olan, hepimiz insanız nihayetinde. Sosyal psikolojinin, sosyolojinin gözlemlemesi daha kolay bana göre, psikoloji okuyup, şöyle bir kendine bakma işi biraz sakat görünüyor. O sebeple, çok merak ederdim bir psikologla nasıl muhabbet edildiğini. Bir gün yine çalım satıyorum sağa sola, bir psikolog ile muhabbet hâsıl oldu. –bak nasıl çalım attım, bağladım bile konuyu.- Nasılsa tanımıyoruz birbirimizi, bir daha birbirimizi görme ihtimalimiz de yüzde 99 güven aralığında bayağı bir zor görünüyor. İnceden beleşe seans yapmak arzusundayım tabi, futboldan açtık muhabbeti, yürüdük oradan.

Neyse efendim, konu konuyu açtı, nihayetinde psikolojimi öğrenme kısmına eriştim. Adama soracağım, “psikolojide depresyona meyilli insan” diye bir tanım var mıdır diye, inceden alaya alır diye de tedirginim. Eğer varsa, ben hakikaten depresyona meyilli bir insanım, aramızda kalsın. Ben başladım anlatmaya, garibim dinliyor, sanıyor muhabbet ediyoruz, ben inceden beleş seans yapıyorum. Sözümü bitirdim, sazı aldı. Şöyle bir kuruldum iyice, efendim niye olumsuz düşünüyormuşum, hayata pozitif bakmalıymışım, saçlarımdaki aklar, alnımdaki kırışıklıklar tamamen psikolojikmiş falan filan. Bir de diyor ki; güzel kariyer, gelecekte daha da güzel olacak, önünüz açık, inceden de yağ çekiyor. “Doktor, orada dur” dedim.

“Sen acı çekmiyor musun?”

“Pozitif düşünüyorum.”

“Hangi bir derdi pozitif düşünüyorsun?”

“Sıkıntıları büyütmektense, çözmeye çalışıyorum, çözüleceğine inanıyorum en azından”

Söz sırası bana geldi tabii. Açtım ağzımı, yumdum gözümü. Monologa dönüştü bizim muhabbet, en son vaktinin daraldığını söyleyip, müsaade istedi. Sanırım içi daralmıştı biraz, merak ettiyseniz size de özet geçeyim o kısmı… Buyrun efendim…

“Doktor, bizim mahallede Hasan Amca diye bir yaşlı adam var, emekli kendisi, amelelik yapıyor, yetmiyormuş emekli maaşı. Ramazan Abi var, sevdiği kızı alamıyor, işsiz diye kendisi. İşsizliği sevdiğinden değil, iş yok piyasada sigortalı, iş olsa işe alan yok Ramazan Abi’yi. Tekin var bak, köşede kokoreç satıyor. Alkoliktir biraz. Sebebini biliyor musun, geçim derdi. O da evlenemeyip, evde kalanlardan. Mahalleyi geçtim, şu etrafına bir bak yahu. İnsanların kendilerine ait –özel- hiçbir şeyleri yok. Aldıkları maaş, nasıl yetiyor, düşününce benim başım ağrıyor. Şu sömürülen işçi, şu hakkı yenen memur, borçtan belini doğrultamayan esnaf, bunlar senin canını acıtmıyor mu? Acı çekiyorum doktor, herkesin acı çektiği bu ülkede, ben mutlu olamam, olamıyorum. Anlıyor musun beni, değişsin istiyorum her şey, yeter ki mutlu olsun insanlar, söz pozitif düşüneceğim mutlu olurlarsa. Erkek sözü veriyorum.”

Kalkmadan önce bu sıkıntıların çözüleceğine inan diye bir şeyler geveledi, “olur” dedim, gülümsedim. Keşke çay getiren çırak da gülümseyebilseydi diye düşünerek attım şekeri çaya, çay buz gibi olduğundan erimiyor şeker, kızamadım çırağa… “Olsun” dedim, “canı sağolsun.”