İçeriğe geç

Basit Şeyleri Kendi Basitlikleri İçerisinde…

Basit şeyleri kendi basitlikleri içerisinde görememek diye ifade edebileceğim bir müşkülüm var. Bu ilk cümleyi kurarken ‘içerisinde’ ibaresini tercihimin sebebi, basit şeylerin kendi basitliklerinin bazen muvacehesinde mevcut bazen de münderecatına dahil oluşunu bir çırpıda dile getirmek idi. Artık bu ‘çırpı’nın da bir anlamı, aslında işlevi kalmadı gerçi; zira ‘içerisinde’yi (de) kendi basitliği içerisinde göremedim. Bu üçüncü cümleyi kurarken (de) ‘içerisinde’ ibaresini tercih etmemin nedeni basit şey… yine aynı. Döngüden çıkmak namına ve ilk cümleden berdevam imişcesine işbu müşkül hem bir zafer hem de bir mağlubiyet anlamına geliyor. Zafer, çünkü böylesi bir müşkül içün emek ve çaba sarf ettim, kolay olmadı. Emek ve çaba diye ayrı ayrı belirtmek yerine ‘gayret’ deyip bir çırpıda söyleyeceğimi söylemedim. Zira üçüncü cümledeki çırpısal işlevin altıncı cümledeki kastımın ilk cümledeki meramıma istinadı aleyhine vaki bir endişe duydum ve bu endişe ile yedince cümleyi yazmağa mecbur kaldım. Emek ve çaba derken tıpkı araç ve gereçte olduğu gibi bir nüans farkına işaret etmek istiyorum. Araç kendisi için amortisman ayrılan ve emek de ücretin mukabilinde bir şeyse de basitçe diyegelindiği üzere gereç ve çaba, maliyetine katlanıldıktan sonra sanki orada değillermiş, bir vazifeyi deruhte ve bir yeri işgal etmiyorlarmış gibi kendi basitlikleri içerisinde görülebiliyor, işte ben göremiyorum. Ben niye yine aynı yere geldim lan!.. Hem de bir mağlubiyet, ki tatsız zaferlerden koruyor. Tatsız zaferlerden dem vurup dert yanmak kabilinden ‘Siz siz olun…’ diye başlamak isterdim amma ve lakin herkesin personasına hiç kimse karışamaz. Bu persona olayını çok karıştırdılar. Ha, aralarında bir fark kaldı, benim personam bu şekil giyinir, senin personan şu şekil giyinir, hiç kimsenin kimseye karışmaya bi hakkı yok, persona birdir. Tamam o zaman ben ben olayım bayram değil seyran değil iken (konjonktür namüsait bir mahiyette tezahür ediyor ise) eniştem (niyeti meçhul üçüncü kişilerce) beni (zatiyet sferimi) öpmeye (beşinci cümledeki ‘zafer’ değil, daha sonraki tatsız olanı bağlamında takdir, teşekkür, tebrik, onama, beğeni, Beğen butonuyla butonlama şeyisi…vb. ile olumlama mesajı alıcısı kılmaya) tevessül (düz tevessül, ne var ki ‘tevessül’ün de zaten kendisi karmaşık) ederse bu takdirde aktif bir bönlük (Ör: bit yeniği taraması yapılıyor, tarama yapılırken beyin ağır çalışacaktır, lütfen bekleyiniz), sol alt köşeye plonjon yapan bir çene ve üstünde bir tebessümün eşlik ettiği o pasif jönlükten (Uyarı: Mayın eşeği daima pol pozisyonunda başlar ama yarış yoktur! Bu ‘pol’ün bir de dans boyutu var ama ben oradan misal getirip de seyyiatı davet etmek istemiyorum. Bir Abbas bunu yapmaz, hayır…) evladır. Kamu spotuma da yer verdiğime göre size içimi biraz açmaklığıma devam edeyim. Biraz açtığıma göre demektir ki dekolteli bir iş yapıyoruz halihazırda. Biraz açıyorum yani fazla değil. Çünkü patron ‘mutlu son’ istemiyor. Şef yani. Öyle olsa carga la tromba edebiyat değil Katyuşa Roket&Masaj Salonu GmbH gibi bir şey olması ilazım gelecekti. Altayik konuştum ama gelmedi. Bir Abbas ‘gelene git, gidene gel demez’, dememelidir, hayır… Ol sebepten naşi burada dekolteli iş yapmakla Yeşilçam’da yer yer zikredilen ve formülasyonu ‘Annem göster ama elletme dedi’ şeklindeki ana öğüdünü, muhtemelen 2 ya da 3 sayılı ve 15-06-1215 tarihli Bazı Şartlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Büyük Şart’ın kırkıncı maddesinde yer alan “(Biz) bir hakkı veya adaleti kimseye satmayacağız, kimse için tehir yahut inkar etmeyeceğiz.” normunun asırları yırtan ışığında yorumlayarak, adaletimiz olsun, edebiyatlarımız olsun, personalarımız olsun herkese gösterecek ama hiç kimseye ellettirmeyeceğiz yani demem o ki satmayacağız, alarm gibi ertelemeyeceğiz de, gerçi ben bu yazıyı bir haftadır erteliyorum, satmayacağız da, alan mı var, inkar edenin kanını kımıza karıştırıp kafasının tasından içece… Ne saçmalıyom ben ya! İşte bizim Şefler olsun, Kral John ve baronları olsun, Papa III. Innocent olsun, gerekse de rahmetli Ayşen Gruda ve bendeniz olayım hep böyleyizdir. Aslında bunlar hep basit şeyler. Ama ben göremiyorum. Aklım hep uzak bir çağrışımda çığrışan kuşlarda kalıyor. Onları kendi basitlikleri içerisinde duyabiliyorum. Basit ama adi değil, kuşların hukukunu çiğne(t)meyeyim. Yalın bir güzelliği var. Güzel bir yalınlığı da. Hani şu türküde diyor ya “Gül dibine har düştü/ Ötüşün kuşlar ötüşün” Bu türküyü bir okuyucumun twitterda yaptığı yorumla tekrar hatırladım ve o gün sadece bu türküyü dinledim. Çünkü ötüşen kuşlarla bir müddet beraber yaşamak istiyordum.  Nasıl beraber yaşamak istiyordum? Kuşların sunduğu atmosferi bir tecrübe olarak zihnimde/kalbimde kayıtlı tutarak. Sonra Cağaloğlu’ndan…Abaaaav; yemin ediyorum kendimi bir an F. Barbarosoğlu gibi hissettim. İçime girdi sanki, çok korktum. Gerçi benim korkum sizin için basit bir şeydir, vis versa değil. Onu kendi basitliği içinde görebilenler el kaldırsın. Benim korkum benim için meleke tarafıyla basit bir şey sayılmaz; onu kendi karmaşıklığı içinde açıkça görmeye söz veremesem de bir nebze seçebilirim. Ama meleke olmayan tarafıyla var ya, bulmaca gibi lan, çok zevkli oluyor, bilmediğim bi şey olunca da internete yazıyorum, yalan yanlış her şey var, tarepli terapi gibi, iyi yani. Eyyorlamam bu kadar arkadaşlar, bu vidyomda basit şeyler kendi basitliği içinde challenge’ı yaptık arkadaşlar. Beni izlediğiniz için teşekkür ederim, ellerinizi indirebilirsiniz.   

Notun dibi: Taşra Şarkıları devam edecek mi? Ben de bilmiyorum. İbtida niyetim Muazzez Ersoy’un Nostalji’leri gibi balya balya olmasıydı, olmadı. Belki maxi single olur. Veya olmaz. Allahualem bissevab.