İçeriğe geç

Yazılara Ayraç-II Yahut Kuş Tüyünden Bir Diğer Yazı

Ahmet Güven “Hafifliğe Dair” başlıklı yazısına “hafiflik ve ağırlık meselesi ne ağır bir meseleymiş meğer” diye başlayarak meseleyi yalnızca kalem oynatma boyutunda görmüş. Yer yer çok doğru tesbitlerde bulunurken, bazı yerlerde fikrimce yanlış yerlere temas ederek, Buğra’nın 8.5 namlı Psişik Mevzusu’nda kendisinden bahis edildiğinden sanırım, mevzuyu biraz şahsileştirmiş. Mevzunun şahsileştirilmesi sadece kendi uslûbunu ağır addetmesinden değil elbet, konunun sadece yazı ile sınırlanmış olmasından da ileri geliyor. Açayım efendim…

Sanırım Buğra şahsımı övüp beni çok utandırdığı yazısını yazmamış olsa idi, benim yazmakta olduğumuz siteye karşı ümitlerim hayli kırılacaktı. “Bazı hususları şaka yollu açıklığa kavuşturamıyor muyuz” endişesi, hiçbir şeyi açıklığa kavuşturamıyoruz tesbitine evrilecekti. Ancak Buğra, benim hafif meşrep söylemimi kendi uslûbuyla öyle güzel anlatmış ki; üzerine söyleyecek daha fazla bir şey bırakmamış.

Efendim, bu tartışmanın fitilini ben ateşlemiş gibi görünüyorum ama “Hal-i Pürmelalim(iz)” namlı yazıda bir tartışmanın ayak seslerini vermiş ve iki yazıya göndermede bulunmuştum. Birisi, “üzerimizdeki ölü toprağı kimin küreğinden” diye sorulan harikulade soru, diğeri ise “travestilerin varlığını kabul ederim ama ağır ağabeylerle muhabbete tiryakiyim” söylemi idi. Ben bu ikisini tek potada eriterek iki yazının satır arasına, çıkarılması zaruri bir yargıyı yerleştirdim: “üzerimizdeki ölü toprağı ağır ağabey görünümlü hafif meşreplerin küreğinden…” Travestilerin varlığının kabulüne ilaveten bir de hafif meşreplerin varlığının kabul edilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım. Sorum şöyle oldu nihayetinde: “Acaba bizler de okuyucunun nezdinde ağır ağabey görünümlü hafif meşrepler miyiz?” ve “dahi öyle isek, kendimizi yok edemiyorsak eğer, küreği nasıl yok ederiz?” En azından çeyrek asırda travesti olmadığımızı ispat ettiğimizi düşünüyorum, gelecek adına da bundan farklı değil düşüncelerim. Ancak ağır ağabeylerin ekserisinin hakikatte hafif meşrep oldukları demlerde, kendimize hafif meşrep tabirini de baştan ayağa giydiririm. Yeter ki; tam zıttı ile kaim olalım.

Gregor Samsa’ya ne kendisi ne de ev ahalisi “böcek” tanımlaması yapmaz iken bir hizmetçinin “böcek” deme cüretinde bulunması gibi, atıl bir karakterin bizlere “hafif meşrep” demesi çok da mühim değil. Mühim olan, gerçekten de böylesine ağır bir tartışmanın, aslında doğum sancıları çeken biz gebelerde güzel evlatlar ile taçlanması. Benim ümidim var.

Söyleyecek birçok şey var, ancak tek seferde ne kadar çok şey söylersek o kadar fazla şey göz ardı edilecek. O sebeple ben gelecek yazılara el sallayarak yavaştan noktalıyorum bu yazıyı. Birkaç ufak şey ekleyerek…

“Hanımefendi ne kadar güzelsiniz” derken hakikaten ağır ağabeylere “Ağabey ne kadar yakışıklısın” demenin zaruri olduğu kanaatindeyim. Eğer bu tartışmada başarabildiğimiz polifonik koroları her daim vücuda getiremeyeceksek de kompartımanlarımıza çekilebiliriz, efendim.

Ahmet Güven’in yazısı ile başladık, o yazı ile bitirelim. “Dünyada söylenmemiş bir şey olduğunu düşünmüyorum” diyor kendisi. Ben de tam aksi şekilde düşünüyorum: “Yeni şeyler söylemek lazım…” Bu tartışmanın ardından ortaya çıkacak diğer tartışmanın da işte bu olacağı kanaatindeyim. Bilenler bilir, “onun, şunun, bunun ne söylediğini bırak, sen ne söylüyorsun bana” diyen birisi olarak, birbirimizi tanımak için, hafifinden ağırına, satır satır, harf harf, etraflıca oku(n)mamız gerektiği kanaatindeyim.

Saygılar efendim…