İçeriğe geç

Sol Koluma Saplanan Şarapneller-III

11354832_10154015116448986_2140715671_n

Adam, kurusun diye kalbini çıkardı ve güneş gören bir odaya bıraktı. Bir müddet sonra döndüğünde, yerler, kalbinden süzülen damlalarla kaplanmıştı.

“Âh!” dedi, “Keşke kalbimin altına leğen koysaydım. Dağılmazdı içim böyle her yere.” Her damla bir kelimeydi hâlbuki. Ağzını açar açmaz “keşke”den ve “âh” dan birer damla baloncuk olup uçmuştu mesela. Ama tükenmemişti. Zira adamın içi keşke’lerle ve âh’larla doluydu.

Adam, “içim fazla yayılmasın” diye getirdiği kâğıtları damlaları çekmek için yere serdi. Burada yazılanlar o kâğıtların birinden olsa gerek. Bilmiyorum.

“Bazen açılan bir kapı, aslında tamamen kapanacak olan, hatta bir tarafa kapanırken başka bir tarafa açılacak olan bir kapının eşiği olabiliyor. Bilmiyoruz. Ama hayat da böyle bir eşik olsa gerek. İnsan, aklı bir karış havada olduğu, “ölümüne seviyorum” dediği delikanlılık yaşlarında aslında ölümüne büyüyormuş. Nice delikanlı arkadaşımın bir sebeple o büyük kapının diğer tarafına geçişinden olsa gerek delikanlılık yaşı bahsim. Ölüm kapısını geçmek için biriktirilen bir şeymiş hayat. Âh yüklü, keşke yüklü.

Ne çok âh biriktirmişim. Sahi herkesin âh’ının biriktiği bir yer var mı?

Mesela o, küçük kardeşi abisinin kucağında, yanında babası, bomba düşen evinden annesinin cesedi çıkartılırken ağlayan küçük çocuğun ah’ı, çığlığı.

Muhakkak bu âh’ların ve hıçkırıkların toplandığı bir kat var. Bilmiyorum, belki bu dünyada belki de herkesin herkese hiç kimse olacağı o günde o kat üstümüze çökecek. Yaşarken dik tutamadığımız boyunlarımızın altında kalacağız işte o an.

21. yüzyılda acılara mı yoksa insanlara mı yabancı bir şey kattılar, bunu da bilmiyorum ama artık hiçbir acı hiçbir insana sekmiyor. Ayakkabımızı soksak dahi yine de yutkunabileceğimiz genişlikte boğazlarımızı hiçbir şey tıkamıyor artık. Yaptıklarını konuşmayan adamların devrinden, konuşunca, konuştuğu şeyi yaptığını zannetme devrine geldik. Ve daha da fenası bu devrin adamlarıyız.

“Allah’ım kahreyle” dediğimiz hiç kimse ve hiçbir ülke yahut ordu kahrolmuyor.

Kanepede okuduğumuz Fetih Suresi ile hiçbir coğrafya kurtulmuyor. Hoş; o surenin meclisi savaş meydanıdır. Bir savaşımız mı var. Ya silahımız, ya zırhımız, atımız…. Hiçbiri yok.

“her yiğit yüreğinden yonttuğu at’ına binsin” dediler Elimizi kalbimize götürdüğümüz vakit anladık; Yayan kalacaktık. Yayan kaldık. Bak bu da kalbimin bir yerlerinden dökülmüş. Tortu gibi.

Bunca yok’un içerisinde, oturduğumuz yerden Allah’a olan dualarımızı bir aduket gibi kullanma hadsizliğindeyiz.
Bizler, sebebini işlemeden sonuç umuyoruz. Sebebin bir imtihan, sonucun belki mükâfat belki de bambaşka bir imtihan olabileceğinden habersiz. Bilmiyorum.

Allah’ım; ne çok bilmiyorum.”

Adam kalbini koyduğu yerden aldı ve göğsüne kattı. Zannediyordu ki onu kurutmuştu. Hâlbuki yere o damla damla dağılanlar, donmuş kalbine çöken buzların çözülüp bir serin su gibi akmasıydı….

Bilmiyordu.