İçeriğe geç

Sıradan Hikayeler-1

Not: Hikayenin de notu olur muymuş demeyin? Baştan eteğimdeki tüm taşları dökeyim de, sonrasında şeyhi uçurmak zaten siz değerli okuyucularımızın ellerinden öper. Birazdan anlatacağım hikayenin sadece son kısmına şahidim. Geri kalanı soğuk bir Anadolu gecesi, sıcacık sobanın üstünde demlenen çayın hatırı ve hatırasıdır. Anneannem bilumum dedikoduları tükettikten sonra, nedense aklına gelmiş, uzun uzun anlatmıştır Deli Ramazanı. Anneanneme gelince, samimiyetine ben kefilim, güvenirliliği ise babasının evliya olması konusunda hafif sarsılmışsa da, annem tarafından kefil olunmakta ve tarafımca yeterli bulunmakta. Evliya meselesi ise anneannem ve kardeşleri arasında, benim ortalığı kızıştırmamdan çıkmakta. Babaları ile anneleri ayrılınca kardeşlerin bir kısmı baba da bir kısmı da annede kalmış. Anne tarafından büyütülen kardeşler babanın uçkur peşinde, teneşirin pakladığı biri olduğunu savunurken, baba tarafından büyütülen kardeşler ise sabahlara kadar Kuran okuduğunu, öldüğü gün çeşitli mucizeler gösterdiğini söylemektedir. Bu kavga hepsinin birleşip bana yönelmesiyle ve benim de sigara arası almam ile sonuçlanırdı. Yani anneannem salahiyeti konusunda ki tek çekincem budur.

Hülya ve Necdet mahallenin aşağısında otururlardı. Aşağı yukarı kavramı, düz ova üzerine kurulmuş İç Anadolu şehirlerinde mahallenin şehir merkezine yakınlığı veya uzaklığını ifade eder. Yoksa ne yokuşla ne de bir ırmakla ayrılmıştır aşağı ile yukarı. Mahalle dediğim delisi, bakkalı, camisi, ayyaşı, esnafı, memuru, yoksulu, zengini, köylüsü, kentlisi ile bir yolun etrafına dizilmiş sıra evlerden oluşur. Necdet Bey doğma büyüme bu mahallede oturmakta, yirmi senedir resmi tatil günlerini ve yıllık izinleri saymazsak memur rolünü oynamaktadır. Liseyi bitirdiğinden ve devleti temsil ettiğinden mahallenin önde gelenlerindendir. Tek dertleri ise çocuklarının olmamasıydı. Ankara’da ki hastanelerden, Konya’da ki cinci hocaya kadar bütün ilim erbablarına başvurup, değişik şekillerde ki hapları kullanıp, adları duyulmamış otları kaynatsalar da en son çareyi kader demekte bulmuşlardı. Necdet ile Hülya iki gün mahalleden kayboldular. Tam teorilerin sonu gelmekteyken ( sabah kahveleri, akşam üstü kapı oturmalarında neler konuşulmamıştı ki; bu sefer Van’da bir türbeye gitmişlerdi, İstanbul’da yeni bir doktorun methini duymuşlar, oraya gitmişlerdi, daha neler neler. En çok Bakkal Mustafa’nın kafası karışmıştı. Kim nerden duyduysa tüp bebekle ilgili bir şeyler gevelemiş, Bakkal Mustafa tüpün bebeğin neresine yerleştiğine kafa yormaya başlamıştı), ellerinde yeni doğmuş bir bebekle dönmüşlerdi. İşin aslı anlaşılıncaya kadar, Bakkal Mustafa her gelen müşterisine yeni bebeği görüp görmediklerini, tüpün neresinde olduğunu sordu. En sonunda tüpün o küçücük bedene yerleşemeyeceğini, gazın çocuğun içine doldurulduğuna kanaat getirmişti ki, Hülya ile Necdet’in fakir köylerden birinden beş çocuklu bir annenin öksüz bebeklerini aldıkları ortaya çıktı.

Bir evin havası bu kadar mı değişirdi. Hülya ve Necdet’in mutlulukları bacalarından tüten dumandan bile anlaşılabilirdi, yani en azından onlar öyle sanıyorlardı. Çocuğun ismi, Ramazan koyulmuştu köyde, bir kere ezan okundu değiştirmek olmaz dedi Necdet. Gerçi Sarı İmam’dan Hülya ismi değiştirilebilir diye fetva aldıysa da, meselesinin üstünde çok durmadı. Mahalleli olağan hayatlarına geri dönmüşlerdi. Birkaç sene Bakkal Mustafa ile dalga geçildi o kadar. ‘’Bakkal, bizim oğlanın gazı bitti, eşşoğlu eşek sabaha kadar gaz çıkardı, sanki bedava…’’

Ramazan ilk okula başladığında mektebin en fiyakalı çocuğuydu. Okula annesi getirir, iş çıkışı babası alırdı. Ayakkabısı boyalı, önlüğü her daim temizdi. Allah var Ramazanda güzel çocuktu, ışıl ışıl parlardı gözleri. Evlatlık olduğunu bir gün hissettirmedi, ne mahalleli ne de Hülya ile Necdet. Ramazanda diğer çocuklarla ağaçtan erik çaldı, ceviz ağacından düşüp kolunu kırdı, cami de en arka sırada kıkırdayıp namaz bozdu.

Taki ilk okulu bitirdiği tatile kadar. Tüm mahalleli şahit ki, en çok Ramazan sevinmişti kardeşinin olmasına. Adını Murat koydular çocuğun. Necdet muradımız bizim demişti, yıllardır amin dediğim duamız o. Bakkal Mustafa ‘’Tabi diyordu, öksüz çocuğu sahiplendiler, Allah’ta yüzlerine baktı’’.

‘’Anneanne ben bir mutfağa gitsem, su içsem unutma bak kaldığın yerden devam et’’
‘’Aman geç kalma! Zıkkımlanmaya geç kaldın şu sigarayı…’’