İçeriğe geç

Psişik Mevzular 45, ” Kimse Kusura Bakmasın, Bu Kıyamet Kopartılacak! “

Fakat unutulmayacak şeyler vardır ve günlerin tek vasfı geçiciliğidir. Bu böyledir, hep, istisnasız…

Renklerin saltanatı şeklinde tebarüz eden ılık ve konuşkan o sonbahar sabahı mesela, hiç unutulmayacak. O günün uykusuzlukla zenginleştirilmiş gecesi de… Ona keza hevesler tarafından bile isteye kandırılmak için şahane bi’gün olduğu da… Günlerden cumartesi,

Gece zor bile geçmeyen bi’geceydi. Geçmesi gereken geçmemiş, beklenen telefon gelmemiş üstelik erken uyanmıştım. Bozulan asabımı düzeltmeye çalışıyordum. Yeni nesil vileda ile saatlerce oynayıp zihnimi unutulmuş göl dinginliğine ulaştırdıktan sonra çekyatın üstüne bal misali akan güneş ışığına milimetrik sığınmış beklentisiz bekliyordum ki, bi’patırtı bi’kütürtü akmaya başlamıştı bahçeden odama, oradan da sığıntısı bulunduğum çekyata doğru. Bana ve kulaklarıma yani. Bahçede prova edilen mini kıyamet kopartma oyunu sahneleniyordu sanki. Balkona çıkarken Valide Hanım’a neler oluyor bahçede bab’ında işmar ettim.

“Ağaçlar” dedi “ Semin beyin manzarasını kapatıyormuş da kesmeye gelmişler. Hem de ihtarname ile.”

-Hem de ihtarname ile… Vay başını encamını s.kt.ğ.m.n dünyası g.tün flama sallayanısın- dedim içimden ve çıktım balkona. Balkonda konuşacak olduğuma göre yaptığımın adı balkon konuşması olacaktı. Tuhaf bi’duygu, iç gıdıklayıcı. Akıcılığı ve bütünlüğü sağlamam lazım gibilerinden kendi kendime mırıldanırken; babamın ağzı mitralyöz gibi çalışıyor hedefini bulan küfürleri birbiri ardına sıralıyordu.

“ Dürzüler “ diyordu “ Ben öldükten sonra kesersiniz ancak vicdansızlar, dürzüleeeer… Ben yaşarken -önünü göstererek- ancak bunu kesersiniz vicdansız dürzüler “ diyor araya girenler olacağının eminliğiyle Semin beyin üstüne savlet ediyordu. Peder beye küfrü ilk defa o anda yakıştırmıştım. Küfür, konu mühimse sevimli olabiliyormuş.

İşte tam o sırada ve o anda – bi’dak bi’dak- çıkışımla dikkatleri üzerime çekmeye çalıştım. Başarılıydım. Zira herkesin gözü benim üzerimdeydi artık. Kısa ve kesik öksürüklerle boğazımı temizledim.

“Kendi haline bırakılırsa kıyametin kopacağı falan yok. Onu bizim kopartmamız lazım, hem de acilen. Herkesin ama herkesin, en genel manasıyla iyi ve kusursuz olduğunu düşünürsek şayet; en önemli ilahi vaad kıyamet nasıl kopar, sorarım size ey Apartman Sekenesi!” diyerek söze başladım ve devam ettim.

“ En nihayetinde insan türü olarak kopartmak zorunda olduğumuz nur topu gibi bi’kıyametimiz var. Doğrudan doğruya fark etmeyiz belki bunu ama hepimiz içten içe biliriz ve var gücümüzle bunun için uğraşmaktan başka ne yapabiliriz ki zaten. Dünya bi’illettir Sn. Apartman Sekenesi ve biz ondan tamamen kurtulmak istiyorsak, ki bütün hal, hareketlerimiz bunu apaçık gözler önüne seriyor; onu daha yaşanmaz, katlanılmaz, yoğun ibnelikler odağı haline getirmek zorundayız. Ve size bravo, gerçekten bravo türümüze yakışanı layıkıyla yapıyorsunuz. İşte insan budur. Sizinle gurur duymamak elde değil. Ve sakın unutmayın Apartman Sekenesi; unutmak hafızada yuvalanan izlerin önem sırasının değişmesinden başka bi’şey değildir: Unutmak yok, ibneliğe devam. Dinlediğiniz için teşekkürler… “ diyerek noktaladıktan sonra diskurumu, Hasbinallah ve ni’mel vekil’ler eşliğinde odama çekildim ve kafamın içindeki boşluk vasıtasıyla dünyaya seslendim: “ Bu azimle gidersek çok yakın zamanda senden kurtuluruz. Bunu kutlamalıyız? ”

İlk gençlik yıllarımızda içinden geçtiğimiz tedrisat dünyayı avuçlarımızın içinde gösterirdi bize ve sokaklar hiç de istediğimiz gibi değildi. Şehir halkının kahir ekseriyetinin uykuya teslim olduğu saatlerde sokaklara çıkar, sprey boyalarla ideolojik açlığımızı duvarları görmek istediğimiz hale getirerek tatmin eder, muzaffer komutan edası ve hissedişleriyle dönerdik karargâhlarımıza. Duvarlara en çok “ Beklemediğiniz her yerde bekleyin bizi! “ sloganı yakışırdı ki bu slogan hayat karşısındaki insanın konumunu cuk güzel tarif ediyordu. Beklemediğim anda gelmişti beklediğim telefon. Ters köşeye yatmak… Kısa, kasvetli ve zoraki hal hatır sorma faslından sonra ancak gelebilmişti mevzu’a,

Geleceğe dair konuşmadığım için hiçbi’şeyi planlayamadığını, bu sebeple kendini güvende hissedemediğini; ilintili olarak sürekli titrek ve yoğun bi’stres altında yaşadığını ve acilen bunlardan bahsetmem gerektiğini söylediğinde kişisel birçok sebepten ötürü her şeyi red ve terk etmenin bi’adım önünde, “her şeye alışır insan dediğin” fikrinin bi’adım gerisindeydim.

– Yine aynı şeyi yapıyorsun; konuşmuyorsun? Allah’ım çıldıracağım artık. Ne yapmalıyım hiç bilmiyorum?

– Unut. Geleceği unut. Stresi, güveni, hayalini kurduğun o rahatlığı da unut. Hele hele plan dediğin o ölümcül tuzağı tamamıyla çıkar aklından. Toplumun doğru kabul edip yaptığı her şeyi sen de doğru bilip kabullendin. Sandıkların yanılttı seni. İşte böyle böyle ucuza harcadın kendini. Hayatını garantiye al telkinlerinin ruhunu kirletmesine izin verdin, kaybettin. Geleceğin muğlak ve muallaklığı adına şimdini feda ettin. Fason mutlulukların takipçisi olmakla eline ne geçti içini boşaltmaktan başka. Fakat sen şimdi yine de unut bunları. Unut ve uyu. Uyku en etkili temizliktir çünkü. Çok kıymetli bi’büyüğümüzün de dediği gibi: “ Plansızlık en iyi plandır. Ama sen yine de madara olmak istiyorsan hiç durma durmaksızın durmadan plan yap.” Söyleyeceklerim bu kadar,

– Olan biten bunca şeyden sonra bütün söyleyeceklerin bu kadar öyle mi? Senin Allah belanı versin; versin de için
kurusun emi. Benim de söyleyeceklerim bu kadar ruhsuz herif.

Olan biten bunca şey derken kastı neydi, neyi ne kadar anlatmak istiyordu; abartıyor muydu yoksa hakkaten o denli yüksek mi yaşıyordu dönemini anlamamıştım. Cismen ve ruhen içinde bulunduğum konum istemememi ve anlamamamı iktiza ediyordu çünkü. Bi’mevzu’un üzerine yatacaksan söylemen gereken – Dik dur, kapatıyorum’dur. –

-Dik dur, kapatıyorum!

-Pisl…

Kıyamet, unutmak, terk, red, planlar, insanlar blalar blalar… Hercümerc olmuş kafamın içini şiddete meyilli şizofren kedilerin çete savaşlarına meydan yapmıştı. Bununla beraber çok kıymetli başka bi’büyüğümüzün de bu gibi durumlarda tekrar tekrar dile getirdiği gibi:

” Felaket dediğin üst üste gelir. Üst üste gelmeyen felaketin ta damına konayım ben! ”

T.s.k,