İçeriğe geç

Psişik Mevzular 35, ” Ebedi Pişmanlığımızın Özeti “


indir-horz

-Bu bi’alınlıktır-*

“ Zaman zıvanadan çıktı. “ William Shakespeare

1-Bi’takım kozmik kaygılar
2-Hilkatin sırrı
3-Yuvarlaklığıyla meşhur bu kaygan zeminde bulunuşumuzun gayesi

Bütün bu sorular cevaplarıyla eşleşince çıkarılacağımız ruh yolculuğunda karşılaşacağımız ilk sualin “ Anladın mı? “ olacağını düşünenler, uyku ile uyanıklık arasındaki tanımı imkansız sanrılar âlemi ve varlığı henüz tespit edilememiş kara delikler… Cümleten Selamaleykûm!

– Ebedi Pişmanlığımızın Özetidir-

                                                      Zaman Kaybından Öldü!

( , )

Uzun zamandır kafamın içinde kontrolsüzce sağa sola yalpalayan sis bulutunun içindeki kargaşada siluetini netleştirmek isteyen, sıra dışı hikâyesini dinletmek için zihnimi fena halde zorlayan bi’çaba içindeydi sanki. Zihnimin hayali bi’karakter aradığını biliyor da ” İşte buradayım, benden iyisini nerden bulacaksın lan!” der gibi bakan gözlerini dikiyordu gözlerime. Muttasıl, dikkatleri üzerine çekecek yükseklikte ki ses tonuyla konuşmaya başladı.

” Ben Haldun Anlamaz. Hayal gibi görünürüm; ama ismim de, işim de gerçektir. Uzun zamandır patinaj çekip durduğun “Bütüncül Anlayış” mevzu’ unda yardımına geldim. Sana verilebileceğim hap gibi bi’bilgi yok. Çünkü öyle bi’hap yok. Çünkü hiç olmadı. Yalnızca kavrayışın sayesinde kıssadan alacağın hisse var ve sadece o yanına kâr kalacak. Şimdi sana hayatımın tamamını küçük bi’kesit gibi sunacağım ve o anda anlattıklarımın adı- Ebedi Pişmanlığımızın Özeti- olacak. Ki hikâyenin ilgini çekeceğinden eminim; çünkü rüya bizzat benim. Evet, ben rüyayım. Nerde ve nasıl başladığım beni hiç ilgilendirmediği için seni de hiç ilgilendirmez. Çünkü kadim bi’ölüyüm de aynı zamanda. Ölü bi’rüyayım. Nerde ve nasıl bittiğim ilgilendiğim tek şey olduğu için seni de en çok bitişim ilgilendirmeli. Unutma! Bütüncül anlayışın yolu parçanın anlattıklarını idrakten geçer. Acele et! Zira hayal ile gerçek arasında ki ontolojik yolculuğumuzun sonuna gelmek üzereyiz…

-Bu da bi’alınlıktır-**

“ Her insanın zamanı ayrıdır ve kişiye mahsustur. Ve aslında çoğumuz zaman kaybından ölüyoruz. ” Koca Herif

Hayal olmam hasebiyle var olmak için bi’anne ve bi’babaya gereksinim duymadığımı duyman seni şaşırtmayabilir. Ona keza geçinmek için bi’işe, üremek için bi’eşe, yaşamak için havaya, suya ve güneşe, öğrenmek ( ki bana göre hatırlamak ) için hoca ile kitaplara, dinlenmek için uykuya, delirmek için insanlara falan da ihtiyacım yoktu. Sonra bi’şey oldu; yorumlamakta hala zorlandığım bi’şey ve her şey ters gitmeye başladı…

Adının sonradan Ceset Çiçeği olduğunu öğrendiğim esrarengiz bitkinin içindeyken, zamanımın durduğunu ( Amigo Bilge durdurduğumu söyler ) fark ettim. Emin ol zamanın durmasını istemezsin! O uğultu, o çöküşün tok çıtırtısı, o ışıksızlığın aydınlığı… Neyse uzatmayalım, olan oldu ve seninkine benzer organlar belirmeye başladı oramda ve buramda. İçine düştüğünüz girift insani ilişkiler ağının içinde buldum kendimi.  Üç aşağı beş yukarı sizler gibi görünmeye, sizler gibi yaşamaya başladım. Önceleri, hayatımda ki bu yeniliğin tatlı heyecanıyla sizlerin arasına karışmayı eğlenceli buldum. Sizler gibi sevdim ve yine sizler gibi ben de sevilmedim. Yalanlar söyledim ve yalanlar dinledim tıpkı sizler gibi. Uzun süren ayakyolu seanslarım da oldu, tatil planlarım da, uzun vadeli kredi çekmelerim de. Suya düşen hayaller kurmanın kuruluş aşamasında ki rehavetine davetiye çıkaran kahramanlığına kandım ben de mesela. Bi’çok ölüme ve bi’çok doğuma şahitlik ettim. Hatta evlenip çoluk çocuğa karışma fikri bile cazip geldi bi’ara. Sonra adının hastalık ( ihtimal ki delilik ) olduğunu yine sizlerden öğrendiğim bi’takım rahatsızlıkların kozmik hayatımı eziyete çevirmeye başlamasıyla beraber huzur ve gamsızlık yerini; sıkıntı, sıkılmışlık, sıkışmışlık ve hüzne bıraktı. Bunlarda da ayrı güzellikler görmeyi başardığımı sandım. Yanılmışım. Hayatımın olağan akışı içinde bi’iki dakika durup da “Ne yapıyorum ulan ben!”, ” Bu yolun sonu nereye gider! “, ” Ne kalır elimde yolun sonuna gelince! ” demeyi anlamsız buluyordum. Gaileler temposunu yükselttikçe ben de tempomu arttırıyor; harap ve bitap düşüşümü normal karşılıyordum. Tam gaz yaşıyor, insanların küçük dünyasının küçük işlerine kendimi kaptırmakta hiçbi’sakınca görmüyordum. Nereden bilebilirdim ki başıma gelecekleri keza aynı oranda başımdan gidecekleri… Kendime balkondan bakamıyordum sonuçta. Zaten kendime balkondan bakabildiğim an kenara çekilmem gerektiğini anladım. Bi’çok ihtiyacım ve özel zevklerimden kendi irademle vazgeçtim. Zorunlu haller haricinde yatağımdan dışarı adım atmıyordum. Bir noktaya sabitlediğim gözlerim dâhil hiç kımıldamadan kaç günü ve kaç geceyi o yatakta öylece geçirdim hiç bilmiyorum. Zaman durunca ne yaptığını bilemezsin! Yatakta geçirdiğim zaman zarfında hiçbir şey düşünemediğimi düşündüğümde gözlerim derin bi’uykuya; bilinçaltım ise sıra dışı bi’rüyaya teslim olmuştu.”

– Haldun Anlamaz’ ın Anlaşılması Güç Rüyasıdır –

” Eski zamanın, şimdiki zamanın ve gelecek zamanın bütün bilge kişilikleri İnönü Stadyumunda toplanmış ve hep bir ağızdan ve kafalarına göre; asalarını, cübbelerini ve sakallarını savurarak tezahürat etmeye çalışıyorlardı. Saha bomboş, bilgeler tezahürat konusunda oldukça beceriksizdi. Bi’ben vardım stadyumun orta yerinde aval aval etrafa bakınan. Sonra, bilgelerin amigosu olduğu her halinden belli olan meczup görünümlü bilge zembille inmişçesine yanımda bitiverdi. Arkadaşlarını elleriyle verdiği talimat sakinleştirirken, beni gözlerindeki öfke heyecanlandırmıştı:

– Zamanını durdurmadan önce varlığının tek sebebi, aynı zamanda tek gayesi neydi? ( bir balgam sökümü kadar süren öksürük sessizliği ) Salak salak bakma yüzüme de, cevap ver!”

– Bilmiyorum, hatırlayamadım şimdi heyecandan. Biraz zaman verseniz?

– Sen ölçüsüz bir malsın! dedi ve ejderha gibi kükreyerek ekledi: “ Bütüncül Anlayış! “ Sesinin rüzgârı yüzümü yalayıp geçerken ufak harflerle ” Zamanın kalmadı farkında mısın? ” ikazını bıraktı kulaklarıma. Stadyum ve bilgeler zifiri karanlığa gömüldüler. Malum bölgemde halay çeken sineklerin marifetiyle kaba etimde zuhur eden huysuz kaşıntıya ürpererek uyandığımda oda kapısının altındaki aralıktan yel misali süzülen sarı zarflar çekti dikkatimi; handiyse odayı doldurmuşlardı. Rastgele bi’kaç zarfı açtım. İçindekiler aynıydı – aydınger kâğıttı – ve hepsinde aynı cümleler yazılıydı: ” Gerçekten tuhaf bi’hastalığın var ve reçeten kendini bıraktığın yerde yazılacak. Acele et; çünkü çokça kaybettiğinin adı zamandır, başka şeye benzemez haa. Umarım ciddiye alırsın. Hısım akrabaya selam… Öptüm. “

İvedi bi’şekilde yola revan oldum. Kendimi bıraktığım yere dönmek üzereydim ki; öldüm. Aniden. Ne olmuştu şimdi durup dururken? Neden ölmüştüm? Üstelik bu kadar yaklaşmışken kendime, anlayamıyordum… Beni öldürecek tonla sebep vardı; kalp yetmezliği, kanser, trafik kazası, sonu sokağa taşan fatura kuyrukları, maganda kurşunu, palalı satırlı üst düzey bi’kavga, 6.2 şiddetindeki bir deprem vs vs gibi… Lakin bunların hiçbiri olmamıştı; ama ben zamansız ölmüştüm işte.
Meseleyi, gözle görülür derecede asabi bir rüzgârın cesedimin üzerine iliştirdiği şu not izaha kavuşturdu: ” Anlamaya çalışmaktan vazgeçti ve zamanı fazlasıyla hafife aldı. Bu sebeple, yerde yatan bu dingili tarihe böyle kaydedeceğiz: Zaman kaybından öldü! “

– Şiirdir –

Ben zamanı gördüm,
İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu,
Bir mezar böyle kazılırdı ancak,
Yıldırımsız ve baltasız,
Bir orman böyle devrildi!
Ben zamanı gördüm,
Kaç bakışta bozdu hayalimi
Ve kaç düşüncede!
Ben zamanı gördüm,
Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.

                                                                          Ahmet Hamdi Tanpınar

* Şef öyle söyledi
* Çünkü Şef öyle söyledi

T.s.k,