İçeriğe geç

Psişik Mevzular 33, ” Delilerin Canı Sıkılmaz “

 ” İnsanlar bir kangal sucuk için abisini, bir simit için amcaoğlunu, kızarmış bir dilim için komşusunu, bir lokma için tanımadığı birini vurmaya hazırdı. Bu arada, bir, yanda, Orsay Rıhtımı’nda yirmi üç inzibat öldürülüyor; Öbür yanda, Latour-Mauborg’da bir balıkçının kovasından bir hamsi aşıran, ama kaçamadan yakalanan bir Hollanda konsolosu taşa tutuluyordu. Bir yandan da Wargram’da, birkaç kuruş için yalvaran bir garibana aç olmanın kibarlıkla bağdaşmadığını anlatmaya kalkan, paçası ibrişim oyalı bir marki baştan aşağı kana bulanana kadar dövülüyor; öbür yanda Raspail’da sarı kıllarla kaplı iriyarı bir Viking, boynundan kan sızan topal bir ata binmiş, hoşlanmadığı adamları oka tutuyordu. “

Yukarıdaki paragraf resimdeki kişiye aittir. Aşağıdaki yazı ise resimdeki kişiye ait değildir. Ayrıca ve yine aşağıdaki yazıda sıkça zikredilen O kişisi ile resimdeki kişi de birbirlerine ait değildir.

Bu O’ nun hikâyesidir ve O, aşağı yukarı aşağıdaki gibi tarif ve tasvir edilebilir:

Burnunun ucu, üst dudağının kendiliğinden uzantısı gibi bütünlük arz eder. Dudakları, yaklaşık iki saat süren amansız bi’kavgada sadece ve sürekli ağız organına yumruk almış gibi ölçüsüz büyük ve biçimsizdir. Bu dudaklara ancak düzene inatçı bi’isyan halindeki dişlerini saklama konusunda gösterdiği maharetten ötürü tahammül edilebilir ki, zaten öyle yapılır. Gözlerinin birbirine olan yakınlığı burun kemer kemiğini yok sayar gibidir ve bu, yüzünün estetik konusundaki yoksunluğunun tuzu biberi olur. Kahverengiye çalan siyah saçları, kaşlarının bittiği noktadan başlar ve büyük olduğu kırk metreden anlaşılan kulaklarını çarşaf gibi örter. Yüzüne doğru yapılacak bir saniyelik bi’bakış bile, yalnız kalmayı doğuştan hak edenlerden olduğunu düşündürür, ki zaten öyle düşünülür. Sonra, elleri haddinden fazla iri ve kaba, ayakları uzun ve yayvan, bacakları kısa ve şişkindir. Göğüs kafesi ise vücudunun diğer bölümlerine nispeten şecaat arz ederken merd-i kıpti olup sirtakin söyler.

Dış görünüşünün ona ve hayatına bi’takım zorluklar getirdiği pekâlâ doğrudur. Ama bazı kolaylıklar da sağlamıyor değildir. Mesela, Semt dolmuşlarına beleşten binebilir, oturmak istediği yere sorgusuzca çöreklenebilme sorununu iki saniyelik bakışı ile çözüme kavuşturabilirdi. Durağa doğru seğirttiğinde durak banklarında oturup dolmuş bekleyenleri, -oturmaktan sıkıldık! Kalkıp biraz gezinsek iyi olur- havalarına sokarak oradan uzaklaştırabilir ve yüzünden hiç düşürmediğini sonradan öğrendiğim o meşum gülüşüyle boşalmış oturaklara kendisini ve daima yanında gezdirdiği envai çeşit ıvırı zıvırı çeri ve çöpü itinalı bir şekilde yerleştirebilirdi. Kendisine tanıdığı imtiyazları bunlarla da sınırlı tutmaz; istediği berberde ensesini toparlatıp, istediği lokantada istediği yemeği yiyebilirdi.

Hunharca içtiği çay ve yaptığı fevkalade sigara içme taklidinin yanı sıra, suretiyle tezat teşkil etmeyecek kadar tuhaf bi’sirete sahip olması onu kusursuz bir şekilde “ Semtin Delisi” yapardı ki, kendisi dâhil kimsenin bu tespite itirazı yoktu…

Güneşin Doğu’dan doğduğu bir günün sabahı…

Hafta içi her sabah olduğu gibi durakta oturmuş tren bekliyordum sanki. Zira,gözümün önünden üç adet dolmuş geçmişti ama ben ancak arkalarından bakabilmiştim. Bu durum, hafta içi her sabah olduğu gibi işe geç kalmaklığım anlamına geliyordu ki bu sanılanın aksine benim suçum değildi. Bi’takım karanlık güçler, hafta içi her sabah olduğu gibi telekinezi yöntemini kullanarak beni o oturağa yapıştırıyor, kesinlikle yapmam gerekenleri yapmaktan kesinlikle alıkoyuyordu. Öte yandan, alışkanlık haline gelen geç kalmaklığım ise amirim tarafından herhangi bi’ülkeye Başbakan olamadığım için umarsızca görmezden gelinmiyordu. Hâlbuki yiğit mi yiğit ve parlak mı parlak bi’buluttan bardaktan boşanırcasına yağacak bi’yağmur, akacak bi’sel, Arap kızının camdan bakması şart değil ama şehir halkının mutluluğu adına Vali bey tarafından ilan edilecek bi’günlük resmi tatil o gün için işleri yoluna koyabilirdi. Ama o gün yanımda şans yerine; yaşı otuzdan düşkün bakımlı bi’hatun kişi ile yaşı kırkı aşkın palas pandaras bi’er kişi vardı.

Kendime gelişimi takip eden 37. Saniye ve O’nunla ilk karşılaşma

Çulu çaputu yüklenmiş vaziyette durağa doğru seğirten bi’çapulcu –O- şans yerine yanımda bulunanları tüye çevirip durağın dışına doğru yolluyordu. Yaklaştıkça yaklaşıyordu. Bendeki hareketsizlik ise yüzündeki şaşkınlığı daha belirgin hale getiriyordu. Dibime kadar sokuldu ve başını kırk beş derecelik açıyla sağa doğru yatırdıktan yaklaşık bir dakika kadar gözlerini ayırmadan gözlerimin içine baktı.

-İki saattir bakıyorum hala kalkmayacak mısın oradan insan!

-İki asır baksan da kalkmam insan. Oturacaksan boş yer var!

-Kimse bana insan diyemez. Ayrıca bunlar oturmasın mı? Dedi ellerindekileri göstererek.

(Elindekiler: İki bakımsız kedi yavrusu ve bir ağaç dalı)

-Onlar kucağında daha güzel.

Kedi yavrularını göstererek

– Ama bunların anası iflah olmaz bi’orospu, babaları da piyasada yok. Dedi ve ekledi ağaç dalını işaret ederek.

-Ağacını kaybetmiş çaresiz bir dal parçası, yürüyemiyor bile. Ben bakacağım bunlara bundan sonra. Şimdi kalkacak mısın kalkmayacak mısın?

-Dal için biraz kayabilirim, ama kedileri uzak tut benden.

Güneşin doğudan doğduğu aynı günün gecesi ve O’nunla ilkten sonraki ilk karşılaşma

Semte ısınma turlarımı tamamlamış, gecelerin en sote mekânı olarak semtin biraz dışında kalan kahveden bozma birahaneyi, Keskin’in Yeri’ni seçmiştim. Demlenmek için oturuyor, Oturmak için demleniyordum.

Anlaşılan psişik bi’mevzu daha ağlarını örmekte aceleci davranmış, aynı günün gecesinde O’nu karşımdaki sandalyeye bağdaş kurup oturtmuştu. Yokmuş gibi davranmaya çalışıyordum, taa ki elini dudaklarına periyodik aralıklarla götürüp götürüp çekmeye başlayınca dek. Sordum.

-N’apıyosun öyle?

-Görmüyor musun, sigara tellendiriyorum insan!

-O öyle olmaz. Bi’de bununla dene! deyip bi’dal cıgara uzattım.

-Her şeyim tamamdı, bi’buydu noksan. Sağ ol.

-Cıgaranın lafı yapılmaz, keyfine bak.

Sayesinde bi cıgara daha boğmuştum. Ama O hala aval aval bakınıyordu.

-Neden içmiyorsun?

-Ateşim yok.

-Bak insan, bu b.ku yiyorsan küreğini yanında taşıyacaksın!

Güldü. Az gülermiş meğer. Meşum gülüşleri hariç, her gülüşü ona esaslı bi ‘ağlamaya mal olduğu için az gülermiş meğer. Sonradan öğrendim. Bu defa o sordu.

-Peki, sen n’apıyon insan?

-Sıkıyorum görmüyor musun?

-Neyi?

-Elimden geldiğince canımı!

-Hımm. Kötü, çok kötü bu. Keşke delirebilseydin!

-Neden?

-En azından canın sıkılmazdı!

-Haa? Yanalım bi ‘cıgara daha!

-Olur. Sağ ol.

-Cıgaranın lafı yapılmaz, keyfine bak.

Gidiyorum, gelmek üzere.

T.s.k,