İçeriğe geç

İnecek Var! Yazılar

Carga la Tromba Edebiyat !

Psişik Mevzular 2, ” Bana Ne, Sana Ne, Ona Ne! “

Yok Olsun OBaSa-Nane’ nin Üstükapalı Zilleti

“Kelimeler, kelimeler Albayım bazı anlamlara gelmiyor!” diyerek bizleri hayatımızın en uzun yalnızlık uykusuna uyandıran adama, en kalbi sevgilerden ziyade yalnızlıklar sunulmalı sadece, anlayışlı yalnızlıklar…

Bazı kelimelerin bazı anlamlara katiyen gelmediğini okuduk okumasına lakin; ders çıkaramayı beceremedik bir türlü dünyanın en yalnız hüzünleriyle hüzünlenen, dünyanın en hüzünlü yalnızından ve ibretlik yaşantısından. Ruhumuzun ve düşüncelerimizin adressiz kalışına onun baktığı sükûtlu müstağniyet zaviyesinden bakamaz, ” düzelecek her şey, anlatan anlaşılacak sonunda ” umuduyla olan biten her şeye seyirci kalamayız. Pratik çözümler üretip, kısa vadede elimize somut bir şeylerin geçmesini isteriz her fırsatta. O, bazı kelimelerin bazı anlamlara gelmemesinin sıkıntısını yaşadı ömrü boyunca ve yine o sıkıntı yüzünden ömrü vefa etmedi kendisine. Bizler bir kelimeyle herkese, her şeyi en kısa yoldan anlatan, lafı hiç dolandırmadan kafadan pat diye deyiveren, en gerizekalısının bile anlayabileceği şekilde izah eden, sıkışınca itiraf, meydanı boş bulunca dikte eden kolaycı kelimeler biliyoruz ve hiç çekinmeden kullanabiliyoruz. Azami düzeyde ki kusurlarımızı başarıyla örten asgari düzeyde kusurlu kelimeler bunlar: “Ona ne ” “Bana ne” “Sana ne”

Çocukluğumun Beşiktaş’ını Geri Verin Bana!

Hep derler ya halkın takımı diye, eksiktir aslında. Beşiktaş hakikatın takımıdır. Elbette bütün ezilenler, haksızlığa uğrayanlar Beşiktaşlı değildir, amma bütün Beşiktaşlılar haksızlığa uğrayanlardan, ezilenlerden oluşur.

Bir adam Beşiktaş’tan bahsediyorsa, halkından bahsediyordur. Elleri yumruktur, gözleri çakır… Futbol fanatikliği derler adına:

“Ülkenin onca meselesi dururken, üç lafından ikisi futbol, yakışıyor mu sana?”

Bir tebessüm belirir dudağında,

“Çocukluğumun Beşiktaş’ını geri verin bana…”

Anlamazlar.

“Bir derdim var” dersin,

“Ölmeden mezara koymayın” dersin,

Formasında ter olmaya, Beşiktaş ile ölmeye gidersin, bir İngiliz holiganı gibi bahsederler senden, susarsın.

Hikaye İçinde Hikaye…

Ahh Ramazan, Deli Ramazan… Pissst deyince kovalardı ya bizi küçükken, önce homurdanır kendi kendine, sonra küfretmeye başlar, biz kaçardık o kovalardı. Yerden bir taş alır düşerdi peşimize, ne birimizi yakalayabilmiş ne de taşı atıp kafamızı yarabilmişti. Kıskançlığından mı kovalardı yoksa merhametinde mi yakalamazdı bilinmez. Ramazan’a pisst demeyi, sokaklarda koşmayı bıraktığım zamanlarda annennemin dizi dibinde öğrenmiştim. ‘’Ramazan’’ demişti annennem, ‘’çok güzel bir çocuktu’’ saçımı daha bir şefkatli okşuyarak, ‘’şu köşede yapılan apartmanın yerinde iki katlı bir bina vardı’’. ‘’İlahi takdir, orada oturan Mehmet Bey’lerin çocukları olmuyordu, evlat özlemi işte Ramazan’ı evlatlık almışlardı’’. Türlü türlü oyuncaklar, elbiseler. Yetimliğinden mi yoksa yaratılmışlığından mı, ne yakışırdı yeni elbiseler. Sokağa indimi koşar, gülümser, eve de mahalleye de sevinç getirmişti Ramazan. Evde kedi beslemek adet değildi ama o kadar çok seviyorlardı ki yavrularını, bir yavru daha eklediler sıcak yuvalarına Ramazan’ın ısrarına dayanamayarak. Ramazan koşar, kedi koşar, ramazan zıplar, kedi zıplar…

Psişik Mevzular 1, ” Üzgünüm Baba, Lojman Çocuğu Olamadım! “

Kabına Sığmakta Hayli Zorlanan Asker’in Kabına Sığmakta Hayli Zorlanan Çocuğuyum…

Eğer babanız kabına sığmakta zorlanan bi!askerse; mecburi alışkanlıklarınız arasına göçebe yaşamanın icapları gibi bi’formaliteyi, hobilerinizin arasına ise koli arama tarama, nakliye firmalarını yakından tanıma ve hatta mümkünse o cenahtan bi’kaç arkadaş edinme aktivitelerini katmanız gerekir. Tayin ya da sürgünün kazanımlarıdır bunlar kısaca. Başka ve iyimser bi’anlatımla; değişim ve değişiklik diyebiliriz… Hayatının tamamını yahut önemli bi’bölümünü doğduğu yerde tamamlayanlar ile bizim gibilerin arasında belirgin farklar vardır… Misalen; hareketleriniz hızlı, bakışlarınız dikkatli, geçiş süreçleriniz kısa ve ağzınız iyi laf yapıyor ise değişim merkezli bir hayat yaşıyorsunuz demektir ki bu minvalden bakılınca dışarıdakiler tarafından değişime açık “değişik biri” olarak nitelendirilmeniz kulağa hiç değişik gelmez…

İlkokul çağlarından itibaren sürekli okul ve şehir değiştiren bi’çocuğun, yapılan her değişiklikle kalıp halini almış mevcut arkadaşlıklar ve ilişkiler ağı içerisinde yer edinebilmesinin zorlukları ve her okulda hatta her sınıfta bulunan haylaz çocukların ” Hoşgeldin evlat, burası benim çöplüğümdür” manasına gelen çocuksu ve hırçın karşılama törenleri ile karşılaşması kuvvetle muhtemeldir. Bu gibi durumlarda “ne çöplük, ne arkadaşlıklarınız, ne de ilişkiler ağınız umrumda değil zaten kalıcı da değilim; suya sabuna dokunmam arkadaş” deyip tercihinizi bu yönde kullanabilir ve onların insafıyla doğru orantılı bi’şekilde bir zaman sonra belki ve kısmen rahat edebilirsiniz. Yahut yekten ” Daha önce bu filmi seyretmişliğim çoktur dostlar! rahat olun, çöplüğünüze, arkadaşlıklarınıza ve ilişkiler ağınıza diktim gözümü, dik durun geliyorum…” deyip bedelini bi’kaç gereksiz itiş kakış ve veya küfür ile peşin peşin ödeyerek rahatlığınızı etrafınızdakilerin insafına bırakmadan kendi kendinize temin edebilirsiniz… Şu an oturma eylemini gerçekleştirdiğim hafif nemli bu koltukta aval aval hatıraları yoklarken kendi kendime tercihimi hep ikinciden yana kullandığımı ve bi’istisna dışında hep rahat ettiğimi fark ettim…

İSTİSNA

Sınıfa hocayla beraber girmiştim. Ne de olsa koskoca bi’astsubayın oğluydum ve babamın ilgili bi’baba olması aslını söylemek gerekirse sadece asker olması bile sınıf öğretmeninin benimle daha fazla ilgilenmesi için yeterli bi’sebepti o kasabanın şartlarında. Çok geçmeden bakışlarımı sıralara doğru çevirdiğimde bi’kaç gün içinde çoğuyla arkadaş, kimisiyle hiç muhatap dahi olmayacağım bi’sürü insan kafasının oluşturduğu Trakya sarısı gözlerimi doldurdu. Biri hariç.

O…

Bizim Sokak



Acısını kulaklarımızdan çıkararak açılan kepenklerin o sesini bile özlemişim. Memlekete daha yeni geldiğim hâlde, hemen bizim sokağa koştum.

Dükkan âdet olduğu üzere bismillah diyerek açılır ve illaki, önce sağ ayakla girilir. Öyle, uzayıp giden, yazılı kuralları da yoktur esnaflığın, hatta kulaktan kulağa bile yayılmaz. Ama esnaf adam işin adabını bilerek doğmuş gibidir. Saatçi Sefa dışında bütün esnaf dükkanlarını yedi buçukta açmaya başlar, sekize kadar bütün kepenkler açılmış olurdu.

“Kahvaltılık bir şeyler alıver oğlum.” dedi Babam. Demek oluyor ki; yolun karşısındaki Bakkal İbo’ya gidilecekti. Aslında tercihen sabah erkenden kalkılıp, çorbacıda mercimek, işkembe yahut kelle paça içilirdi. Ve illa ki işkembeyle kelle paçanın sarımsaksız tadı olmadığından dert yanılırdı.(esnaf adamın ağzı kokmamalıdır adaba aykırıdır çünki) Yok eğer, bugünkü gibi, erken kalkılamamışsa Bakkal İbo’dan zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, tereyağı alınır; çırakta sıcak pide almak için fırına yollanırdı. Artık zevke göre yumuşak, gevrek, az pişmiş, çok pişmiş diye sıkı sıkı tembih edilerek elbette…

İbo Abi’ye “selamün aleyküm” diyerek girdim bakkala. “Ohoo doktor, hoş gelmişsin” dedi. Hoş-beşten, hatır sorma gönül almadan sonra; “Abi, bize kahvaltılık” dedim. Ne kadar istiyorsun diye sormadı bile İbo Abi, üç kişilik kahvaltılık vereceğini bilerek. Peyniri böldü bir hiç tereddütsüz, ince beyaz kağıda sardı itina ile, sonra gazete kağıdından bir çırpıda yaptığı külaha zeytinleri doldurdu. Tereyağı ve yumurtaları da aldıktan sonra hazırdı bizim kahvaltılık. Çırak da geliyordu işte karşıdan elinde sıcak pidelerle. “Üç de çay söyleyiver Muhtar’dan” diyerek, pideleri elinden kaptım çırağın. Çırak dediğin ne ki zaten: git gel, gel git…

Gizemli Adam

Mahalleye girdiği zaman hummalı bir koşuşturma başlardı.yaşlısı genci,çirkini güzeli,evlisi bekarı pencereye doluşur,kapısının önüne çıkar,siperdeki bir askerin dikkatiyle ona bakarlardı. Başında şapkası,boynunda kıravatı,sırtanda ceketiyle eşsiz bir mabedi andırırdı. Her daim boyalı ayakkabısıyla attığı adımlarla ruhundaki zarafeti haykırıyordu.yakışıklığı,karizması hakkında bir fikir ayrılığı yoktu. Rüyaları süsler,bilmem kaç karatlık elmas parlaklığıyla ışıldardı. Elmas çekiciliğinde ve ulaşılmazlığındaydı. Zaman mahallede onun geçişinde akıyordu beklide sırf onun geçişinde duruyordu. Oda farkındaydı izlendiğinin. Adımlarını ritmik atmaya,pencerelere poz vermeye azami dikkat ederdi. Kimseyle konuşmazdı,adını sanını bilmezlerdi ama çocuklar dahi oyun oynamayı bırakırlardı saygıdan. Batmak üzere olan güneş ayrı bir gizem katardı mahallenin bilinmeyen sakinine. Belli ki çok uzaklardan gelmişti,çok bilgiliydi,çok görmüştü.kimse konuşmamış,hatta yakından bakmamıştı ama öyleydi,mahalleli biliyordu.

Bu dostluk başka bir dostluktu, ne yalılarda anlaşılabilirdi ne de meyhanelerde. Dedik ya bu dostluk başka dostluktu…

Psişik Mevzular 0, ” K’ofset Çağı Şiiri “

 

Aslında Türkiye’ de tanzim veya ıslah edilmesi gereken bi’eğitim sistemi yoktur. Aslının da aslına bakılırsa bi’sistem dahi yoktur… Sadece, bütün uzantılarıyla beraber yıkılması gereken vahşi bi’sözde eğitim endüstrisi vardır, o kadar…

K’ofset Çağı Şiiri

Konu anlatmakta ısrar etmeyiniz Sn.Bayan Hocam,

Soru kalıpları üzerinden gidiliyor artık sorunların üzerine

Böylece, yetişmez korkusuyla ne üniteleri tamamlamak,

Ne de okuduğumuzu anlamak zorunda kalıyoruz…

K’ofset çağında “yükseklise”ye enikonu yerleşebilmenin yolu ,

Aparatif kıvamlı yaprak testlerin anasını ağlatmaktan geçer

Hata yapma hakkımız 0’ a indirgenmişken son düzenlemelerle…

Gidiş yolunun doğru olması puan kazandırır mı sandınız?

Ne ve nasıl mı oldu?