İçeriğe geç

İnecek Var! Yazılar

Carga la Tromba Edebiyat !

Nöbette Reçeteye Notlar-III

“İnnema’n-nisâ’ şakâyıku’r-ricâl” Kaldığımız yerden devam edelim. Edelim ki Hadis’in manasını yeterince idrak edelim. Şakayık, Türkçede bildiğimiz gelincik demektir. Çocukluk yıllarımdan çok net bir şekilde hatırladığım narin çiçek. Koparıp elime aldığımda yaprakları uçunca, acaba nasıl oluyor da topraktayken böyle dayanabiliyor diye düşündüğüm ilginç çiçek. Batılı olduğumuzun delillerine devam edecek olursak, gençlerimiz listenin başlarında yer almalıdır herhâlde. Sokaklarda anatomi derslerine rol model olmaya aday dolaşan kızlarımız ile aşkı sevdiğinin gözlerinden aşağıya indiren delikanlılarımızı anmadan geçmek emeklerine saygısızlık olacaktır. Ben bunu bilir bunu söylerim. 3 günlük ilişki, 5 aylık gezme tozma, sonrasında da “ben daha iyisini bulana kadar en iyisi bu” mantığıyla hareket eden bir sevda masalı dillere pelesenk olmuş gidiyor. Ha bir de “arkadaş kavun değil ki bu koklayarak anlayalım” zihniyetine selam yollamak…

“Hadi Oradan Yazar Müsveddesi” Temalı Yazı

Senin tuzun kuru tabi… Buldun gariban Oğuz Atalay’ı, üslûbundan başlarsın giydirmeye, gidersin Allah ne verdiyse… Canın sağolsun… Sana diyorum sana, bakma sağına soluna…

Adam gelmiş, “kardeş” demiş, “koskoca trende biraz adam toplayalım da, inecek var diyelim”, satırların sahibi de hıyar görünce tuzu alıp koşar cinslerden, toplaşmadan niyetlenmiş “inecek var!” diye bağırmaya. Bakmayın siz, burada yazanların hepsi de tuzu kapıp koşanlardan, bana laf edemezler “sen nasıl bizim hakkımızda böyle konuşursun” diye.

Bu konuya girmek değildi niyetim. Ha, şöyle bir içimi döküp gidecektim, bilirsiniz, iç dökerken olur olmadık konulara girersin, arada dedikodu kök salar, girdiğin yerden de çıkamazsın ya, hesap o hesap. Bizimkisi de öyle oldu biraz. Bir yerden girdik, bakalım nereden çıkamayacağız.

Şimdi; “yahu hadi her şeyi geçtim, ilkokul bilgisi ile yazsan bile bir giriş, gelişme, sonuç olur, ne yazdığın şey belli, ne de anlatmaya çalıştığın şey” dersen de, vallahi hak veririm. Ben dünyaya giriş yapmış da gelişmesini tamamlayamamışlardanım, o sebepten sonuçlandırma kısmının ne olduğu hakkında da bir fikrim yok. Zaten oldum olası yazıların nasıl sonlandırıldığını anlamam, şöyle bol dipnotlu (makale derler namına da okuyucusu hiç olmaz neredeyse) bir şeyler karaladığımda yazıyı bitirirken bir sonuca varamam hiç. Ya “bitirirken” derim o kısma yahut da “son niyetine” deyip, okuyucunun bitsin artık isyanına kulak veririm. (O okuyucu da eğer varsa)

Hikaye İçinde Hikaye 4…

Duvarları sıvasız küçük bir oda, beyazla siyahın yer yer dans ettiği pürtüklü duvarlar…

Yirmi yirmibeş metre kare ya var ya yok, duvarın bir yanında tahta sedir, öteki yanında yayı bozulmuş hareket ederken sobanın çıtırtısına eşlik eden somya. Büyük ihtimalle aile yadigarı olan, televizyonu yükseltmeye yarayan konsol odayı tam ortalamış.

Kış gecesi yürekleri ve odayı ısıtmaya yetecek soba…

Anne, baba ve kız, karlı görüntüsüyle nostaljiyi tamamlayan televizyonda son günlerin popüler dizilerinden birini izliyor. Kız televizyondaki dikkatini dağıtmadan ‘’baba, ayakkabım eskidi ,yenisini alalım’’ diyor.

Baba; kızım ben boyarım yenilerim diyemiyor, her gün herkesinkini boyarken seninkini niye boyamayım, yenilemeyim diyemiyor. Çatlamış, nasır tutmuş, defalarca yıkamasına rağmen boya lekesi çıkmamış ellerini saklıyor, kızının dönüp bakmadığını bilmeyerek ellerini saklıyor. İlk defa utanıyor baba, kızına bakmadan ellerini saklıyor.

Nöbette Reçeteye Notlar-II

Eski Türk filmlerindeki Erol Taş kahkahaları canlanıyor zihnimde. Gülen insan gördünüz mü son zamanlarda? Ben nadiren görüyorum. Gülümsemek ile gülmek arasındaki farkı biliyorum. Veya biliyoruz (Atalay’a selamlar). Ama son dönem gördüklerim gülmekten de öte adeta haykırmak gibi geliyor. Ağlamakta da ayarı yeterince kaçırmış durumdayız. Acılarımızı ifade ederken de “ömrümden ömür gitti” herhalde çarpıcı olduğu için güzel geliyor. Örnekler çoğalır gider. Fakat biz nereye gidiyoruz. Bindik trene yolumuzu, güzergâhımızı makiniste bırakacak halimiz de yok. Ne de olsa rayların üzerindeyiz. Bakalım nerde nihayete erecek demir atın yolculuğu!   Tarkan’ın filmlerine bakılırsa aşırılığa Konya Ovası’ndan    başlamış atalarımız. “Bugün çok aç değilim, yarım öküz getirin” nidası hala kulaklarımızda. Sonra Cüneyt Arkın sağ olsun Kahpe Bizans’taki abartılmış kurguya bile taş çıkaracak kadar şehvet dolu sahnelerde.…

Yol Hikayeleri 2…


Sanırım en çok karanlıkları özlüyorum, kiri daha çok seviyorum ben. Batakhanelerde kurulmalı en büyük hayaller. Dikenli yollarda yürümeli asfalta inat. Başrole talip olmamalı filmlerde. Dedim ya bugünlerde en çok karanlıkları seviyorum ben, aydınlığın doğmasına şahit olmak için… Çekin üstümden bütün ışıklarınızı, ben bir tek güneşi özlüyorum…

Yollarım dikenliklerle dolmalı, kan revan içinde yürümeliyim. Kanayan ayaklarım değil yüreğim olmalı her adımda. Zifiri karanlıkta çıkmalıyım yola, yolun sonu görünmemeli hiçbir zaman.

Okyanus ortasında kalmalıyım, hatta ilkin ben delmeliyim teknemi. Yavaş yavaş su alırken dayanağım, girdaplar çıkmalı derinden, fırtınalar inmeli yükseklerden. Rüzgara,poyraza inat tutmalı rotayı, su damlaları çarpmalı yüzüme. Islanmış bedenimi titretmeli rüzgardan. Fırtınanın dinmesini, girdabın kaybolmamasını bir an beklememeli. Yol almalı sadece, sessizce yol almalı…

Nöbette Reçeteye Notlar-I

Bu satırları biraz önce tansiyonunun yükseldiğini iddia eden bir hastanın, aslında yükselmeyen tansiyonunu ölçtükten sonra yazıyorum. Yazının temel eleştiri noktasından uzakta durarak kısa keseceğim, tabii bir başka sebebim daha var: yazının sonuna saklıyorum.

Son dönem modasına uyarak, rüyalarımı süslemiyorsun Amerika. Aslında benim için imrenilecek bir yerde de değilsin. Hayatta her zaman namusunla yenilmek, namussuzluğa tevessül etmekten daha cazip geldi. Herhalde her çocuk için olduğu gibi her zaman benim için de rol model olan babama bir teşekkür etmek lazım gelir. Teşekkürler.

Başkası Olma Kendin Ol! (Ne Alakaysa)

“Söze ben diye başlayan enaniyet ve kibir sahibidir” genellemesinden bıktım. Ben bıktım yahu, bıkmayanınız varsa, hatta bu genellemenin tam da böyle bir gerçek olduğuna inananlarınız varsa, tek başına yapmış olduğu eylemlerden “biz yaptık” diye bahsetmeye devam edebilir. Edemez aslında, etmemeli, etmesin… Çünkü “ben”in yerine ikame edilen “biz” bu hallere getirdi bizi. Ah yine “biz” dedim, beni bu hale getirdi en azından, bütün benlerin toplanmasıyla hepimizi…

Psişik Mevzular 5, ” Zamansızlığımızın Zamanlama Konusundaki Eğitimli Zafiyeti “

Hangisini nerde, ne zaman veya  hangi ruh hali içinde okuduğum falan hiç önemli değil…  Sadece bu yazının gazete okurken yazıldığını (aynı gazetenin boş bulabildiğim kısımlarına) bilin yeter… Sonra, gazeteyi bıraktım bıraktığım gibi kendimi masaya… Bunları, bilin istedim sadece…. Çoğumuz muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgeleriz aslında; koçan koçan, balya balya doluşmuşuz dünyaya, istila etmişiz bi’nevi… Üstelik kalite yoksunu kağıtların üzerine yuvalanmış bayağı bi’mürekkeple terkip edilmişliğimiz de cabası sahteliğimizin… Sonuç olarak, taksiratla bile olsa dokunanların laciye boyuyoruz bi’güzel ellerini  ve yüzlerini ve maharet sanıyoruz ve ayrıca çok arsızca yapıyoruz bunu. İş işten geçince çıkış yolu arayışlarımız başlıyor ekseriyetle buram buram riya kokan…  Sonra ve çoğu zaman tam vaktinde hızır gibi yetişiyor, “zamansızlığımızın zamanlama konusundaki eğitimli zafiyeti” ve erken deşifre olmamıza, foyamızın çabuk çıkmasına bütün…