İçeriğe geç

Okuyucu Kitlesine Yazarı Takdim (Bir Kısmı +18)

Yazmayı öğrendiğim günden beri (okumayı evvel öğrendiğimden okuma-yazma demiyorum) beyaz sayfalara çok şey karaladım. Denemeymiş, şiirmiş anlamazdım başta. Alt alta yazarsam şiir, yan yana yazarsam kompozisyon derdim adına… O sebepten mavi önlüklü çağlarımda mesele yazıysa; yarışmaların ilk derecesini önceden rezerve ederdim. Şiir derlerse alt alta yazardım, kompozisyon derlerse yan yana… O kadar basitti olay işte.

Ciddi bir okuyucu kitlemiz de oluştu, övünmek gibi olmasın. Yarışmalarda yalnızca jüri okudu yazdıklarımızı, sonra altın günlerinde, annemin gün arkadaşları heyecanla dinledi beni… (Burada alkışlar ve tezahüratlar eşliğinde zorla ve utanarak okuduğumu belirtmeyeyim en iyisi, okuyucu kitlesine sahip bir yazara yakışmaz çünki.) Biraz büyüdük ‘aşk’ dedikleri illete tutulduk herkes gibi, sadece sevdiğimiz kız okudu yazdıklarımızın bir kısmını… O da ciddi kitleden sayılır bence, haliyle…

Gurbete çıktık sonra lise okuyalım diye, yakamızı yine bırakmadı sevgili okuyucularımız… Bir okul dergisine sahip olamadık amma duvar gazetesini baştanbaşa donattık. O zaman da muzır şeyler yazılmış mıdır diye yazıları gözden geçirip onaylaması gereken Cihat Hoca’m, sağolsun, iyi bir takipçimdi. Sanırım bu kitleye müdür Metin Hoca’yı dâhil etmemek lazım… Siyasî yazılar var diye paramparça ettiği yazıları okuduğunu zannetmiyorum. Zaten nerede görülmüş koskoca idarecilerin iki satır yazı okudukları. Neyse, geçelim. Unutmadan, ‘aşk’larımıza yazdıklarımızı saklayacak dönem de başlamıştı artık, o gönül yaralarını hiçbir zaman okuyucu edemedik bu çağlarda…

Sonra yüksek tahsil başladı. Dergiler, internet siteleri derken, zannedersin okuyucuların artacak, kimse okumadı yazdıklarımızı. Eh bizde suya yazılar yazdık böylece, tarihe not olsun istedik.

Burada da tarihe not olsun diye yazıyorum bunları. Şimdiye kadar gözünü yoran varsa teşekkür edelim nihayetinde, bu paragraftan sonrasını da on sekiz yaşından büyükler okusun lütfen.

Gönlü kelimeler ile dolu, eline şevkle kalem alıp da bizim sahip olduğumuz kadar okuyucu kitlesine sahip olacaklara da bir çift sözüm var: siktir edin. (Yıllar yılı bir yazıda ilk defa muzır bir kelime kullanıyorum, sebebini bir sonraki yazıya devrederek…)

Bir de gönlünüzden, kalbimizin en fiyakalı yerinde olup da derdi hiç bitmeyen Beşiktaş’ı çıkartmayın.

Bu vesileyle, 1994-2002 yılları arasında Orta Anadolu’nun o küçük ama sevimli şehrinde edebiyat yarışmalarında jürilik yapmış ismini bilmediğim ama okuyucum olan değerli kişilere, annemin altın gününe katılan, okumamış olsalar da yazdıklarımızı dinleyen annemin arkadaşı saygıdeğer teyzelere, uğruna alt alta yazdığım çocukluk aşkıma, Cihat Hoca’ya, hasılı bütün okuyucularıma çok teşekkür ediyorum.