İçeriğe geç

Küfür Meselesi-IV

Güzel memleketimde en çok rastlanan, kirpi saçlı çocuklardan biriydim ben de. Anadolu’da çocukların ekserisinin giyindiği gibi ben de büyük çocukların küçülenlerini giyerek büyüdüm. Eskisini değil, dikkatinizi çekerim, küçülenlerini! İsrafa zerre tenezzül etmeyen insanlardan müteşekkildi ana ve babalarımız ve herkes de rencide etmeden birbirine yardım etmeyi bilecek zamanlarda yaşıyordu. Çocuklar hiç büyümediğinden mi küçülürdü kıyafetler yoksa kıyafetler küçüldüğünden mi hiç eskimeden 3-5 çocuk aynı kıyafetle büyürdü, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, sanki bütün ülke birbirine yardım etmeden yaşayamaz gibiydi ve herkes birbirinden daha fakir olduğu kadar birbirinden de daha zengindi. Gönüller zengindi ne de olsa ve annemin Ramazan paketlerine ismi o zaman da yazılı değildi. Belediyelerin iftariyeliklere damgalar vurmaması henüz alfabenin olmadığı zamanlar olduğundan dolayı idi bence. Geçmişe o kadar da kötümser, bugüne ise iyimser bakmak istiyorum çünkü ben o zamanlar küfür etmiyordum.

Sokakta bir şeyler yemezdik mesela, yiyecek olursak da sokaktaki bütün çocuklara yiyeceğimiz pay edilmeden biz yiyemezdik. Yemezdik de zati. Tek başımıza yediğimiz tek şey dayaktı. Yaramazlığı kim yaparsa yapsın, anamız yalnızca bizi döverdi. Her çocuğun anası da kendi çocuğunu dövdüğünden ayrıcalığımız yoktu. Bütün diğer analar kendi çocukları dışındaki çocukları kolladığından hepimiz de ayrıcalıklıydık aslında. Kardeş gibiydi bu sebepten herkes ve her hangi birimizin hata yapma lüksü istatistiksel olarak sıfıra yakındı. İstatistikten çaktığımızdan değildi bu bilgi, kimin anasına rast geleceğimizin meçhul oluşundan bu böyleydi. Her hangi birimiz potansiyel olarak sürekli dayak yeme riski altındaydık ve güven aralığımız kendi anamızın denk gelmeme ihtimali kadar genişti.

Bizim çocukluğumuzda Ramazan kış aylarına denk geldiğinden, tekne orucuna geçmeden doğrudan oruca geçmiştik. Oruç tutan çocuğun sokakta şekli olduğundan yarış edercesine tutardık orucumuzu. Geceler o denli genişti ki; teravihten sonra saklambaç eğer kar yağdıysa kartopu oynamaya bolca vakit kalırdı. Hatta bütün babaların hoşgörüsünün genişliğinden olsa gerek, camilerde köşe kapmaca bile oynayabilirdik bitmeyecek gibi duran teravihlerde. En garibi de hiçbir zaman çekirdek aile olarak iftar yapamazdık, ya bize gelirdi birileri yahut biz giderdik bir yerlere. Sahura kalkmak bizim için Ramazan demekti ve sahura kaldırılmayan çocuk küfretme hakkına sahipti. Ancak o zamanlar bizler küfür etmiyorduk.

O Ramazanlarda sokakta gezdiğimizde canımız bir şey çekemezdi. Bakkalların cafcaflı ambalajlı mamulleri dışarı konulmaz, lokantalar ya kapalı olur yahut gazetelerle kaplanırdı camekânları boydan boya. O zaman kurdun ve kuşun dahi oruç tuttuğu bilgisine sahiptik bizler, sonradan oruç tutmanın bir tercih meselesi olduğunu öğrendik. Biz bunu öğrenirken, aslında geçmişte oruç tutmayanın oruç tutana saygıda kusur etmemiş olduğunu da acı bir şekilde tecrübe ettik. Sahi, geçmişte inanca hoşgörü de çok genişti ve ülke hızla özgürleşiyordu; küfür etme alışkanlığını kazandığımız hızla…

(Üç noktanın hikâyesini bilenler bilmeyenlere anlatsın, bir anlam daha ihtiva ediyor elbet, yazı devam edecek. Baki muhabetle…)