İçeriğe geç

Kekeme

Güneşin batarken, yapraklarını pırıl pırıl yaptığı o söğüt ağacının gölgesinde,

Yaz sıcağında suyu azaldığından dolayı, tam göğsüne saplanan karpuz kabuğunu söküp atamamış ırmağın kenarında, 

Sürekli çıkılan yokuştan bırakılan ve her defasında fireni tutmadığı için bir mezar taşına çarparak durdurulabilen bisikletin üzerinde,

Bir yerlere yetişme telaşı bahane edilerek aslında gölgesine düşecek gölgeden kaçılan, hızlı adımlarla yürünen kaldırımın başında,

İçi almadığı halde kaşığın yemeğe daldırılıp ağza götürüldüğü, çiğnendiği, çiğnendiği ve çiğnendikçe lokmanın ağızda büyüdüğü, büyüdüğü ve büyüdükçe yutulmaz hale geldiği sofrada,

Sadakta kalmış son okunu kime atacağını kestiremediği toz duman bir savaşın ortasında,

Her sabah uyandığında, baka baka karanlıkta görünür kıldığın tavanı taşıdığın gözlerinin altındaki şişliklerde,

Yaylada dilin damağın kuruduğunda, hızlı hızlı yürürken, suyunu kana kana içmeyi düşündüğün pınarın dibinde,

Yağarken sevinilen, altında yürümek için sabırsızlık veren fakat dona çevirdiğinde kaçılan karın beyazında,

Köşe bucak kaçılan kuytuda, bir yandan kibriti yakmaya çalışırken diğer yandan etrafı kolaçan eden lise talebesinin ürkek ama bıçkınlığı da yere düşürmeyen yüzünde,

Her şeyi açıklamak için başlanılan sözün dönüp dolaşıp bir türlü hikâyene gelmeyişinde,

Öfkeden dudakların titrerken, içinden çıkılamayan ağlamakla haykırmak arasında,

Sıkılan yumrukta, atılan yumrukta, yenilen yumrukta,

Yenilgiden sonra yıkılıp kalınışın havale edileceği isyanın tövbesi için açtığın avcunun içinde,

Tam gelişine kaleye abanacakken, yediğin çelme ile düşüp de kafanı vurup yardığın kara taşta,

Sonra taş diye altına konulduğun bir ayağı boşta kalmış masaların altında,

Alnındaki kırışıklarda,

Bekleyişinde, beklenişinde,

Hiç bıkmadan arkasında beklenilen pencerenin camının buğusunda,

Ölse diye içine bakılan ve çocukluğundan yadigâr kalan gözlerinin bebeğinde,

Yüzüne kapanan kapıda,

Sonuna kadar açık bir kapının eşiğinde,

Eşiğin geçilemeyişinde,

Sana dönülen sırtta, sırtını döndüğün yüzde,

Yolun ortasında,

Okudukça bitmesini istemediğin kitabın son sayfasında,

Yazmaya kıyamadığın defterin ilk sayfasında,

Boş bir sayfanın her satırında,

Düşen bir bardağın kırılmayışında,

Kırılan bir kalemin kıyıcılığında,

Vesaire

Vesaire

Vesaire

Ağacın gölgesinde, ırmağın kenarında, bisikletin üzerinde, kaldırımın başında, sofrada, savaşta, gözlerinin altında, pınarın dibinde, karın beyazında, yüzünde, hikâyende, ağlamakla haykırmak arasında, yumrukta, avcunun içinde, kara taşta, masaların altında, alnındaki kırışıklarda, beklenişinde, camının buğusunda, kitabın son sayfasında, defterin ilk sayfasında, sayfanın her satırında, kapıda, eşikte, yolda ve her yerde bitiremediğin, sonunu getiremediğin cümlen var.

Bu, senin hikâyenin sonsuzluğu değil, “yanlış yola girerim” endişesiyle, yolların başında bataklığa saplanır gibi saplandığın tedirginliğin. Bak, hilkaten neyin varsa aldı senden, ne bir kalemin kaldı ne de kelamın. İstemeyi bile unuttun. Budanmadın, kırıldın, söküldün. Yarım yamalaksın.

 Bu yarım yamalaklık beni kekeme yapıyor.