İçeriğe geç

Kabul Ederlerse Cennetin Üstündekilere Bir Yazı

On dört yaşındayım. Kendimi adam oldum zannediyorum. Nerede? Ergenliğin en hararetli zamanlarında, dik kafalılığa hızla yol alıyorum. Gözümüzde büyüdükçe büyümüş, anlı şanlı bir okula kaydımızı yaptırmışız. Nereyi kazandığımızın belli olmasıyla okula başlayacağımız vakit arasında yaklaşık bir iki aylık zaman dilimi var ki; içim içime sığmıyor. Gurbete çıkacağız, başkent bütün ihtişamıyla bizi bekliyor, biz de sözde koskocaman adamız.

Otobüse bindiriyorlar beni memleketten, o ana kadar şen şakrak ben, otobüs hareket edince sıkıyorum dişlerimi. Dokunsalar o koskoca adam (!) ağlayacak. Annem ağlıyor, saklamıyor artık, bir bakıyorum, tam otobüs dönerken babam da ağlıyor. Eh, o zaman ağlanacak. Ankara yolu bitmiyor, ağladıkça ağlıyorum. Allah’tan başkentin grisinde baba yarısı bir amca, kendi evladından ayırmayan ana gibi bir yenge var. Karşılıyorlar, bir nebze ferahlıyor kalbim, şanslıyım. Anneme, babama kavuşmuş gibi sarılıyorum onlara. Bilmiyorum, anlıyorlar mı beni. Yurda yerleşeceğim, vakit geçmesin istiyorum. Ne mümkün, onlardan da ayrılık vakti geliyor artık, yeni tanıştığım arkadaşlara delikanlılık yapmayacak olsam yine ağlayacağım. Yok, bu sefer dönüyorum sırtımı, bambaşka bir hayata adım atıyorum.

O gece, bütün yatılı okulların yurtlarında, istisnasız yaşanan bir manzaranın bizzat içerisinde yer alıyorum. MEB damgalı battaniyelerin altında, bütün oda arkadaşlarım ile birlikte istisnasız ağlıyoruz. Daha sonradan herkes itiraf ettiğinden biliyorum, okula yeni başlayan herkes, aynı vakitte ve aynı şekilde ağlıyor. Hatta aynı vakitlerde yatılı okuyan bütün çocuklar ağlıyor. Kavuşacağız belli ama ayrılık koyuyor.

Gel zaman git zaman alışıyoruz elbet. İnsanoğlu neye alışmaz. Ömür boyu sürecek dostluklara adım atıyoruz, bir zaman sonra muhitin horozu da oluyoruz, başlıyoruz haytalık etmeye. Oradan buradan gelmiş, geldikleri yerde parmakla gösterilen yetmiş-seksen ergeni erkenden bir yurda kilitlerseniz, olacakların önüne geçemezsiniz. Her ideolojiden en azılı militanlar da yetiştirirsiniz, kendi kendine deney yapıp yurdu patlatmaya teşebbüs edenleri de… Dedik ya, ayarı yok. Yalnız, memleketten her dönüş, ilk ayrılışa benziyor. Her kavuşmadan sonra annem yine ağlıyor, ben artık sıkıyorum dişlerimi… “Bundan sonra böyle olacak” diyorum, içim acıyor. Ta ki…

Dönemin en haytalarından birisi… Annesi rahmetli oluyor. Hiç gözümün önünden gitmez, bütün haytalar haftalarca yas tutuyoruz. Yüzüne bakamıyorum ben, ‘başın sağolsun’ demeye niyetleniyorum her seferinde, tıkanıyorum. Ağzımızı bıçak açmıyor. İşte o zaman, annenin ne demek olduğunu anlıyorum.

Arkadaşlar, anneler günü vesilesiyle yazılar yazmışlar. Onları okuyorum, bir yandan da ağlıyorum. Aklıma o hayta arkadaşım geliyor. Aklıma o arkadaşım gelince, anneme sarılasım geliyor. Nedense, her sarılmak istediğim zaman, gurbette oluyorum. Kollarım tekrar yana düşüyor. Her kavuştuğumuzda da delikanlılığa bok sürdürmemek için doyasıya sarılmıyorum. Ve her seferinde bin pişman oluyorum. Niçin sevgisini gösteremeyen karakterde bir adam olduğumu düşünürken, aklıma yine canım arkadaşım geliyor. ‘Sevgimi gösteremiyorum’ desem ona, ağzımı burnumu kıracağını biliyorum.

Karakter bu, değişmez. Aklıma düşünce hep aynı duayı ediyorum: “Allah’ım, bir gün de annemin yanındayken aklıma düşür o haytayı.” O hayta da, bizim gibi kocaman adam olmuş, ancak kabristanlığa ziyarete gidiyor. Annesini kaybetmiş evlatları düşünürken, evladını kaybetmiş analar geliyor gözümün önüne. Annem yatmadan önce “evladım ne yedi bu akşam” diye düşünüyor. Bak ben de seni düşünüyorum anne. Bütün evlatlar gibi…

Ancak evladını toprağa vermiş ve ne yediğini merak edemeyen analar ile anasını düşünse de kokusunu duyamayan evlatlar çıkmıyor hatırımdan. İlla ki, bir şekilde gösterilir sevgi. Bak, ancak yazarak gösteriyorum. Ve yıllardır değişsin şu karakterim derken, zamanın hızla değiştiğini görüyorum.

Bütün anneleri çok seviyorum.

Bütün anneler bilin ki; hayırsız bütün evlatlarınız, ‘odun’ dahi olsalar sizi çok seviyor. Nereden mi biliyorum, hem kendimden, hem de benim gibi ‘odun’ olan o hayta arkadaşımdan.

Ellerinizden, ayaklarınızdan öpüyorum.