İçeriğe geç

Düğüm

Yağmurlu, soğuk bir gece… Şehrin titrek ışıklarıyla aydınlanan sokaklar… Ciğerlerimde sıkışıp kalan yumrudan kurtulmak istercesine her adımımda derin derin soluyorum havayı. Hayallerinin ya da umutlarının ya da sevginin; korkularına esir düşmesi, korkularınla yitip gitmesi… İstemek, hatta hayal kurmak… Kurduğun hayalin gerçekleşmesini istemek… Ve sonrasında tepe taklak olan düşler. Düş(üş)ler… Bitmeyen yok(ol)uşlar… Ve yorgunluklar… Kırgınlıklar, küskünlükler… Bir daha hayal kuramamak… Bir daha isteyememek… Sevememek… Mutluluğa, uzaktan gözü yaşlı el sallamak… İnancını kaybetmiş olsan da inanılanın varlığını bilmek! Var olduğunu bilmek, ama uzakta olduğunu görmek… Bilmek, ama hissedememek. Bilmek ama yitir(il)mek…

Kendimi tanıtamamış olmak mıydı suçum, susmak mıydı, yıkılan inancımı yeniden inşa etmemek miydi, hayalkırıklıklarımın her birini gelecek günlerin kalbine saplayıp da ümitsizlik bataklığında boğulmak mıydı bilmiyorum. Bağrım yanıyor; yağmur usul usul yağmaya devam ediyor… Ben ürkmüşken önümdeki yoldan ve yorgun düşmüşken yürümekten, ufak adımlarım bir hayale doğru koşuyor sanki… Bir türlü benim olmayan bir hayale… Daha da kötüsü gerçekleşemeyecek bir hayale…

Bu dünyaya ait olamamak… Olmayanı, olmayacak olanı düşlemek… Gerçek olamayacak kadar güzelini düşlemek… İyiliğin düşü, kötülüğün düşüşü… Uzak bir düş… Masalları mesken tutmuş kendine, kaf dağının ardında… Bütün güzel düşler orada… Biliyorum. Ama inancımı yitiriyorum… Görüyorum! Siyahın esaretindeki bedenler! Karanlığın kurbanı oluyorlar birer birer… Bazı şeyleri değiştirememekten dert yanarken, bazı şeylerin hızla değiştiğini görmek ne acı! Değiştiremediklerimizin getirileri, tüm bu değişimler. Değişirler ve sen de değişirsin. Değişirsin de benliğindeki ölü senlerle ve benliğinde ölenlerle yüzleşmeye bir türlü alışamazsın. En olmadık anda hortlarlar çünkü. Rüyanın en güzel yerinde belki de… Ve sen kendinde değilsindir. Kendini bulamazsın. Bilmezsin, bilemezsin! Konuşamazsın da… Karanlık sokaklardan geçip; nihayetinde çıkmaz sokaklara varan yolunu değiştirememek… Kendinden daha çok güvendiklerinin ışıklarını bir bir yitirmesi; “Yitirilmek”… Ne acı… Söylenilebilecek onlarca şey varken ve karşında -yanıbaşında- duruyorken, aslında sana ne kadar uzak olduğunu farketmek ne acı… Dün gözbebeklerinde kendini gördüğünün gözlerine uzak düşmek ne acı… Değişim dememeli buna, bu bir dönüşüm! İyinin kötüye dönüşümü. Beyazın ve hatta tüm renklerin siyaha dönüşümü…

İnanmak istiyorum yeniden… Başaramıyorum. Yarınımız aydınlasa da göreceğimiz simsiyah bir tablodan başka bir şey değil ki diyorum kendi kendime; yine de inanmak için direniyor vazgeçmek nedir bilmeyen yüreğim. Gözyaşlarıyla yıkasak siyahları, gözyaşlarımızı yağdırsak karanlığın ülkesine gökkuşağını görür müyüz yeniden? Hatırlar mıyız sevmeyi, bir olmayı, kardeşliği hatırlar mıyız?..

Yağmurlu, soğuk bir gece… Şehrin titrek ışıklarıyla aydınlanan sokaklar… Ayıplar almış başını gitmiş… Gerçeğin buz gibi esen rüzgarıyla üşümüş kırık dökük hayallerime kimsesizliğim kucak açıyor… Kırık dökük… Çok denedim ama yapışmıyorlar birbirlerine… Bir süre sonra yapışmadıklarını ve yapışmayacaklarını öğrendim. Ama asla yeni hayaller edinmedim. Onlar masumdu; onlar güzeldi; belki de onlar gerçek olamayacak kadar güzeldi… Aldım iğne ipliği, her birini ruhuma diktim ve her bir düğümde acımı düğümledim. Acımla düğümlendim. Düğümlendi kelimeler…